r.a.m.

  1. = Royal Academy of Music.
şahmerdan, eskiden kale duvarlarını ve kapılarını yıkmak için kullanılan uzun ve kalın kütük. Noun
koçbaşı Noun
su mengenesi: düşen suyun kuvvetinden yararlanarak suyu kaynaktan daha yükseğe çıkaran düzen.
ram ile ayni anlama gelir. akarsu gücü ile işleyen tulumba.
ram
koç. Noun
ram
Koç burcu. Noun, Astronomy
ram
şahmerdan. Noun
ram
zırhlı mahmuzu, savaş gemisinde düşman gemisi teknesini delmeye mahsus sivri çıkıntı. Noun, Maritime Traffic
ram
basınç veya darbe uygulayan makine parçası. Noun
ram

hydraulic ram ile ayni anlama gelir. akarsu gücü ile işleyen tulumba. Noun
ram
kuvvetle/şiddetle vurmak, toslamak.
His car rammed mine. Transitive Verb
ram
şahmerdanla/kuvvetli vurşlarla çakmak, vurarak/zorlayarak pekiştirmek.
He rammed the bolt into the wall. Transitive Verb
ram
(a) tık(ıştır)mak, tıka basa doldurmak, sokmak, (b) zorlamak, zorla kabul ettirmek.
to try to ram
an unpopular bill through Parliament: Meclisi, halkın istemediği bir yasayı kabule zorlamak.
Transitive Verb
ram
kuvvetle itmek. Transitive Verb
ram
(silaha) barut doldurup sıkıştırmak. Transitive Verb
ram
(gemi) mahmuzlamak, mahmuz ile başka gemiye çarpmak. Transitive Verb
RAM
= Random Access Memory.
RAM
rastgele erişimli bellek. Noun
RAM
rastgele erişimli hafıza Noun, Information Technology
bir denizaltıya bindirerek onu batırmak Verb
istemediği bir şeyi/fikri zorla kabul ettirmek, zorlamak.
Father keeps ramming it down my throat that
I should become a doctor.
istemediği bir şeyi birine zorla dinletmek Verb
giysilerini bir bavula tıkıştırmak Verb
başıni duvara çarpmak Verb
başını duvara çarpmak Verb
zorla kabul ettirmek Verb
birinin gırtlağına basmak Verb
bir şeyi iyice anlatmak/kafasına sokmak.
The First World War rammed home the same lesson.
zorla kabul ettirmek, sıkboğaz etmek, ister istemez razı etmek.
shofar Noun
koçyumurtası Noun
rasgele erişimli bellek Information Technology

ram
İtâat eden, boyun eğen