bucket

  1. kova.
  2. kova biçiminde herhangi bir şey.
  3. (bazı tip asansör veya konveyörlerde) göz, hücre.
  4. gerdel, ağaç kova, (su dolabı/türbin vb.) göz, kepçe.
  5. (barajda) içbükey su akışını düzenleyen içbükey yüzey.
  6. bir kova dolusu.
    a bucket of water.
  7. kazma makinesi vb.) kepçe, çamçak.
  8. bucket out/up: kova ile taşımak/çekmek.
  9. dörtnala at koşturmak.
  10. borsa hisseleri üzerinde vurgun yapmak.
  11. acele etmek, hızlı sürmek/gitmek.
  12. (çok şiddetli) yağmur yağmak.
    It is bucketing = The rain is bucketing (down): Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor.
deve de kulak
kova ile
taşıyıcı kepçesi
taşıyıcı kovası Noun
taşıyıcı kovası Noun
taşıyıcı kepçesi
(US) sefertası Noun
denizde bir damla su, çok az/cüz'î miktar.
The amount being spent on basic research is a drop in the bucket.
yangın için su kovası Noun
oturak, lâzımlık, helâ kovası. Noun
buz kovası Noun, Food-Kitchen
ölmek, nalları dikmek, cartayı çekmek.
ölmek, nalları dikmek.
mavi yakalılar
öğle yemeği kovası Noun
işçi sınıfı
taşma alanı
vakum kazık Noun, Construction
nalları dikmek (argo) Verb
kovalarla yangın söndürme ekibi. Noun
ivedi durumlarda birlikte hareket etmek üzere örgütlenmiş grup. Noun
işe ciddi bir şekilde sarılmak Verb
yükünü tutmak Verb
bol para kazanmak Verb
para kesmek Verb
çanak koltuk: öne katlanabilen tek kişilik otomobil koltuğu. Noun
hile ile müşterilerinin sırtından kâr sağlayan borsa komisyoncusu/bürosu. Noun, Public Finance
(sürahi veya kovalarla) açık içki satan meyhane. Noun
dolandırıcı borsa simsarı