fact

  1. Noun vakıa
  2. Noun olgu
  3. Noun gerçek, hakikat, doğru (olan şey).
    Space travel is now a fact.
    I accept that he says a fact:
    Söylediklerini doğru olarak kabul ediyorum.
    It is a fact that: Şurası gerçektir ki/gerçek şudur ki …
    The fact of the matter is that: İşin doğrusu şudur ki …
    stick to facts: (a) gerçeği/doğruyu söylemek, gerçekten ayrılmamak, (b) olayları gözönünde tutmak, hayale kapılmamak.
    fact and fiction: gerçek ve hayal.
    He can't tell fact from fiction/from fable.
  4. Noun olay, vak'a, vakıa.
    Story founded on fact.
    Look facts in the face: Olayları olduğu gibi görmek.
  5. Noun gerçek olay, doğada olup biten ve duyu organlariyle anlaşılan şey.
    Scientists deal with facts, they
    attempt to find reasons for facts.
  6. Noun doğru olduğu bilinen/söylenen/varsayılan şey.
  7. Noun husus, keyfiyet.
    The fact of his presence is proven by witness.
  8. Noun
    facts
    huk. olgu, vakıa, vak'a, bizatihi vak'a/olan şey/olay.
gerçekleri araştırma komisyonu Noun, Politics-Intl. Relations
maddi vakıalara ilişkin önemli ihtilaf Noun, Law
maddi vakıa Noun, Law
bir ifadeyi gerçek kabul etmek Verb
suçluya yataklık eden feri fail
suç işlendikten sonra suçluya yataklık eden feri fail
suçluyu saklayan kişi
cürüm işlendikten sonra suç ortağı olan kimse
suçun işlenmesi sırasında katılan feri fail
suçun işlenmesine teşvik ve tahrikle katılan feri fail
suçun işlenmesine teşvik veya tahrik suretiyle önceden katılan feri fail
suçun işlenmesi sırasında katılan feri fail
suçun işlenmesi sırasında katılan feri fail
suçun işlenmesi sırasında iştirak eden feri fail
oldu bitti
gerçeği kabul etmek Verb
durumundan haberdar olmak Verb
bir gerçeğin kabulü
gerçeğin kabulü
suç işlendikten sonra.
an accessory after the fact: cürüm işlendikten sonra suç ortağı olan kimse.
iddia olunanlar Noun
iddialar Noun
emrivaki, oldu bitti.
hakikaten, filhakika, aslında, aslını ararsan, işin doğrusu, daha doğrusu, nitekim.
Officially he
is in charge, but in fact his secretary does all the work. He doesn't mind, in fact, he's very pleased.
I finished it yesterday, as a matter of fact: Aslında/daha doğrusu onu dün bitirdim.
aslında, işin doğrusu, gerçekte(n), hakikatte, hakikaten, zaten, filhakika.
tespit olunabilecek bir gerçek
bir olayın tespiti
iflas masasına iştirak edenler
hukuken değil fiilen temellük eden
hukuken değil fiilen devir alan
hukuken ve fiilen devralan
temellük eden
ticari işlerde başkan hesabına hareket eden temsilci
özel bir dava vekili olup
müvekkili tarafından belli bir amaçla tutulabileceği gibi
ticari işlerde başkan hesabına hareket eden vekil
ticari işlerde başkası hesabına hareket eden kimse Noun, Law
hukuki nitelikte olmayan bir muamele için de tutulabilir
hukuki işlemde başkası namına hareket eden kimse
hukuki olmayan işlerde vekil Noun, Law
bir şeyi bir vakıaya atfetmek Verb
kanuni ve fiili dayanakları olmak Verb
kanunen ve fiilen caiz olmak Verb
gerçeği bilmemek Verb
olaydan habersiz olmak Verb
suç işlenmeden önce, suça takaddüm eden.
an accessory before the fact: suç işlenmeden önce ortaklık eden kimse.
gerçekleri kabul etmek Verb
olgusal sonuç Noun
suçunu kabul etmek Verb
bir gerçeği inkâr etmek Verb
gerçeği inkâr etmek Verb
bir haktan mahrum edilmeye yol açan gerçek
maddi hata
maddi hata (küçüklük , akıl hastalığı , ölüm gibi maddi hususlarda varılan sonuçlarda düşülen hata
maddi hata
bir gerçeği saptamak Verb
saptanmış gerçek
maruf olan husus
bilinen şey
uydurma vaka
sahte vaka
olayın unsurları Noun
kesinlikle, kesin olarak.
I know it for a fact: Kesinlikle biliyorum.
fiili dolandırıcılık
gerçekte dayandığı temeli olmak Verb
aksi sabit olduğu takdirde
olaydan haberi olmama
hakikatte, işin aslında.
hakikaten, filhakika, aslında, aslını ararsan, işin doğrusu, daha doğrusu, nitekim.
Officially he
is in charge, but in fact his secretary does all the work. He doesn't mind, in fact, he's very pleased.
I finished it yesterday, as a matter of fact: Aslında/daha doğrusu onu dün bitirdim.
hakikaten, filhakika, aslında, aslını ararsan, işin doğrusu, daha doğrusu, nitekim.
Officially he
is in charge, but in fact his secretary does all the work. He doesn't mind, in fact, he's very pleased.
I finished it yesterday, as a matter of fact: Aslında/daha doğrusu onu dün bitirdim.
gerçekten, hakikaten, aslında.
filhakika Adverb
hukuken veya fiilen
hakikaten, filhakika, aslında, aslını ararsan, işin doğrusu, daha doğrusu, nitekim.
Officially he
is in charge, but in fact his secretary does all the work. He doesn't mind, in fact, he's very pleased.
I finished it yesterday, as a matter of fact: Aslında/daha doğrusu onu dün bitirdim.
suçüstü
birine bir gerçeği aydınlatmak Verb
hak yaratan gerçek
hal ve keyfiyet
maddi mesele
kesin olarak bilmek Verb
bilinen gerçek
müspet tespit davası Noun, Law
menfi tespit davası Noun, Law
müspet tespit davası Noun, Law
en önemli şey
asıl mesele
sözle veya yayın yoluyla hakaret suçlarında
tahkir ve küçük düşürme kasıt ve niyeti
bir sözleşme için esas sayılan husus
(delillere göre hükme bağlanacak olan) iddia, beyan. Law
olgu, vakıa, gerçek.
ikinci derecede delil
maddi hata
maddi vasıfta hata
normal olarak ve bizatihi tehlikeli veya muzır olmamakla birlikte
hususi hal ve mahallerde fiilen o mahiyette olan fiiler
sabit gerçek
maddi vakıa
algılanabilir gerçek
maddi vaka
maddi olay
tanığı olaylara bağlı kalmaya zorlamak Verb
bir tanığı olaylara bağlı kalmasına zorlamak Verb
bir sorunu bir gerçeğe oturtmak Verb
gerçek
kesin gerçek
fiili karine
maddi karine
maddi sorun
tanınan gerçek
bir gerçeğe (olguya) dayanmak Verb
bir vakıanın belirlenmesi
davanın dayandığı olayları maddeler halinde anlatma
bir gerçeği örtbas etmek Verb
şüphe ve zannı mucip olay
şüphe ve zannı mucip olan olay
suçüstü yakalanmış
bir olayı teyit etmek Verb
vakıalar Noun
gerçekler Noun
bir olayın aşikârlığı
bu bir vakıadır
öngörülen şekil klie uygun
öngörülen şekle uygun
hem biçim hem de içerik bakımından geçerli
gerçek ve hayal
bir ürünün tarihçesi ile ilgili her türlü bilginin kaydedilmiş olduğu dosya
mahkeme kararının dayanacağı vakalar
sigorta riski için önemli gerçek
yaşam gerçeği, hayatta karşılaşılması zorunlu olan şey. Noun
temel veriler
delil
inanılacak gerçek
... gerçeğiyle yüzleşmek Verb
kanunen ve fiilen
kanunen ve fiilen
… dikkate alındığında Adverb
resmen atanarak fiilen göreve başlayan
ancak henüz yasal yemin yükümlülüğünü yerine getirmemiş hâkim
bir sözleşmenin bütünü için esas olan maddi bir hata Noun, Law
-den dolayı, … olması nedeniyle.
bir gerçeği bir başka gerçekten çıkarmak Verb
gerçeği masaldan ayırmak Verb
davanın esası ile ilgili talepler davanın esasına ait hususlar Noun
Bunun nedeni …dir. Noun