grief

  1. Noun elem, keder, acı, ıstırap, dert, gam, hüzün, şiddetli üzüntü.
    She went nearly mad with grief after
    the child died.
    To my great grief I had no son: Heyhat, oğlum olmadı.
  2. Noun elem/keder kaynağı, felaket, bela, musibet, başbelası.
    His wild behavior was a grief to his mother.
ağızı bıçak açmamak Verb
çektiği acıyı başkasına göstermemek Verb
(a) felakete uğramak, ıstıraba duçar olmak, belasını bulmak.
She rode fast down the hill but came
to grief and fell. (b) başarısızlığa/akamete/husrana uğramak,
mec. suya düşmek.
Although he worked hard, his plan came to grief.
acısını bağrına basmak Verb
ayrılık acısı
mahvetmek Verb
kederlendirmek Verb
(a) başı derde girmek, güçlükle karşılaşmak, (b) başarısızlığa uğramak, (c)
come to grief over … : … için kederlenmek.
(a) felakete uğramak, ıstıraba duçar olmak, belasını bulmak.
She rode fast down the hill but came
to grief and fell. (b) başarısızlığa/akamete/husrana uğramak,
mec. suya düşmek.
Although he worked hard, his plan came to grief.
acıdan solup sararmak Verb
kahrından ölmek Verb
üzüntüden sararıp solmak Verb
bir haksızlığı gidermek Verb
üzüntüden süzülmüş
iç acısı
Allah Allah! acayip! vay canına!
acısını görmek Verb