ought

  1. bir şey, herhangi bir şey/nesne, zerre.
    for aught = ought I know: bildiğim kadarı.
    If you have
    aught = ought to say: Bir diyeceğin(iz) varsa.
    Has he done aught = ought to help you? Sana zerre kadar yardımı dokundu mu?
  2. hiç, hiçbir şey, hiçbir şekilde/veçhile.
    For aught = ought I care: Bana ne?/Umurumda değil./Vız
    gelir tırıs gider.
    I'm glad I haven't seen him for years. He might be dead for I aught = ought care: Onu yılarca görmediğime memnunun. Ölse bile umurumda değil.
    I have not found aught = ought in his pocket: Cebinde bir şey bulamadım.
  3. sıfır.
  4. yardımcı fiil olarak: (a)“ -melidir, -malıdır, … zorundadır” (Görev, vecibe, manevî mecburiyet bildirir).

    Every citizen ought to help: Her vatandaş yardım etmelidir.
    I ought to go: Gitmeliyim, gitmem gerekir.
    You ought to know better: Bu hareketin fena olduğunu bilmeniz gerekir.
    to behave as one ought: gerektiği gibi davranmak. (b) -“melidir, … gerekir/lâzımgelir, lüzumludur, zaruridir” (adalet, doğruluk vb. ifade eder).
    He ought to be punished: Cezalandırılmalıdır.
    It ought not to be allowed: Buna izin verilmemelidir. (c) “şayanı arzudur, beklenir, uygun olur” (arzu edilen/beklenen bir şeyi bildirir).
    You ought to read this book: Bu kitabı herhalde okumalısınız. (d) “galiba … dır, olmalı, herhalde, mutlaka. (olasılık, mantıkî/doğal sonuç vb. bildirir).
    He ought to have got there by now: Şimdiye kadar oraya varmış olmalı.
    That ought to be very enjoyable: Bu mutlaka çok zevkli bir şeydir.
  5. görev, vecibe, vazife, mecburiyet.
  6. herhangi bir şey/nesne.
  7. sıfır, hiç.
kaldırılması gereken birçok kötü gelenek ve kanun var
kendinden utanmalısın
akılın neredeydi ?