straight

  1. Adjective, Religion-Faith müstakim
  2. doğru, düz, müstakim.
    straight line: doğru (çizgi).
    straight angle: düz açı, 180°'lik açı.

    straight path: doğru yol.
    perfectly straight: dosdoğru, tamamıyla doğru.
  3. tam düşey veya tam yatay.
    straight chair: arkası düz sandalye.
  4. düzgün, muntazam.
    straight shoulders: muntazam omuzlar.
    straight face: anlamsız/ciddî surat/tavır.

    He said this with a completely straight face: Bunu çok ciddî bir tavırla söyledi.
  5. dürüst, namuslu.
    act on the straight: dürüst davranmak.
    be straight with someone: birine karşı dürüst hareket etmek.
  6. (düşünce, fikir vb.) doğru, hatasız, yanlışsız.
  7. düzenli, tertipli, yolunda.
    Things are straight now.
  8. sürekli, kesintisiz, aralıksız.
    in straight succession.
  9. apaçık, hilesiz, katışıksız, sapına kadar.
    a straight Republican. straight whiskey.
  10. Theatre yapmacıksız, tabiî (rol yapma).
    straight role: basit/alelade rol.
  11. (gazetecilikte) tarafsız, objektif (bir şekilde).
    a straight news.
  12. (iskambilde) birbirini izleyen, seri halinde.
    straight flush: aynı türden birbirini izleyen beş
    kâğıt (meselâ karonun 1,2,3,4 ve 5 lisi).
  13. yasal, kanunî, hilesiz, dürüst, namuslu.
  14. dümdüz, bir doğru çizgiyi izleyerek.
    to walk straight .
  15. dimdik, düşey durumda.
    to stand straight .
  16. dosdoğru, tam.
    to go straight home.
    look someone straight in the face: birinin gözüne bakmak.

    He hit me straight in the face: Tam yüzüme vurdu.
  17. dürüstlükle, namusu/şerefi ile.
    to live straight .
  18. salim, hatasız bir şekilde, yanılmadan.
    He can think straight .

  19. straight on: dosdoğru, sağa-sola sapmaksızın.
    to keep straight on after the second traffic light.
  20. olduğu gibi, değiştirmeksizin, yalan vb. katmadan, çarpıtmadan.
    Tell the story straight .
    I
    tell you straight: Size açıkça/olduğu gibi söylüyorum. 20
    straight off: derhal, hemen, derakap.
    straight out: açıkça, dobra dobra.
    out of the straight: eğri.
  21. doğruluk, düzgünlük.
  22. doğru/muntazam şekil.
  23. doğru çizgi.
bütün alışverişlerinde tam dürüst olmak Verb
sek içmek Verb
birine açıkça söylemek Verb
biriyle açık konuşmak Verb
biriyle lafı dolandırmadan konuşmak Verb
arabasına iyi bakmak Verb
işleri düzene koymak Verb
birinin hatasını düzeltmek Verb
birinin yaptığı yanlışı düzeltmek Verb
birinin hatasını telafi etmek Verb
birşeyi düzeltmek Verb
birşeyi toparlamak Verb
birşeyi derleyip toplamak Verb
birşeye çekidüzen vermek Verb
birşeyi temizlemek Verb
yoluna koymak, düzeltmek.
birine doğruları göstermek Verb
birine doğru yolu göstermek Verb
birini düzeltmek Verb
(a) tam isabet kaydetmek, (b)
k.d. dürüst davranmak.
biriyle açık konuşmak Verb
birine doğruyu açık açık söylemek Verb
salim kafayla düşünmek Verb
doğru düşünmek Verb
serinkanlılıkla düşünmek Verb
düzgün düşünmek Verb
yaşam boyu sigorta
ölüm halinde sigorta
itinalı tutulan hesaplar Noun
dosdoğru
namuslu, faziletli, dürüst bir yol.
After his release from the prison he followed the straight and narrow.
isime yazılı konşimento
doğrudan konsinye çıkartılan ve başka bir tarafça kullanılmayan konşimento
(US) doğrudan konsinyeye çıkartılan ve başka taraflarca kullanılamayan konşimento
bir şirket tarafından ihraç edilmiş sabit faizli tahvil
düz zincir, başka zincirlere bağlı olmayan atom zinciri. branched chain Noun
net komisyon
(US) ancak bazı bankalarca kullanılabilecek akreditif
namuslu alışveriş
namuslu muameleler Noun
sebatlı demokrat
mastar
göz kararı
iki kişi arasındaki dövüş
(politika) iki aday arasında doğrudan mücadele
dürüst
(bir bilgi ile ilgili olarak) gerçek
yetkili kişinin ağzından
açıkça, dobra dobra.
düz saç
normal gelir
tercihli hisse senedi ya da tahvil
faizi ya da temettü oranı sınırlı
strait jacket Noun
trevleri olmayan yük kamyonu
düzenli kira ödemeli
nama yazılı ciro edilemez gayri kabili rucu akreditif
ölüm halinde hayat sigortası Noun
(US) ölüm halinde sigorta
doğru hat
doğru Noun, Geometry
en kısa bağlantı
doğru çizgi
düz çizgi Noun, Geometry
eşit paylı amortisman metodu Noun, Accounting
(US) teminatsız istikraz
yardakçı, meddah yardımcısı. Noun
(US) isme yazılı değerli kâğıt
(US) isme yazılı kıymetli kâğıt
sıradan roman
anında
hemen
ilk hamlede
hakiki
gerçek
dobra dobra
çekinmesiz
açıkça
açık sözlü
(US) teminatsız kıymetli kağıt
doğru yol
sırat-ı müstakim Noun, Religion-Faith
net parça yükü fiyatı
net parça yük fiyatı
parça başına ücret sistemi
iğne
düz baskı
ustura. Noun
dosdoğru uzanan yol
(iştirak paysız) sabit maaş
belli bir alıcıya yapılan sevkıyat
(US) direkt demiryolu hattı (uçak rotası Noun
dürüst/namuslu kişi. Noun
çelik telli lastik
makul düşünce
dosdoğru, baştan başa.
read a book straight through: bir kitabı baştan başa okumak.
tüm işlemlerin anında ve elektronik olarak yapılması Noun, Banking
hep aynı adaya verilmiş oylar. split ticket Noun
normal çalışma saatleri. Noun
normal çalışma saati ücreti. overtime Noun
güvenilir bilgi
doğrudan sadede
doğru gidin
doğru dürüst
doğrudan sadede gelmek Verb
düz rotada uçmak Verb
bir soruya yalansız dolansız dosdoğru yanıt vermek Verb
viya Maritime Traffic
(a) Bütün kuvvetimle yumruğu aşkettim, (b) Verip veriştirdim, açtım ağzımı yumdum gözümü.
doğrudan kaynağından elde edilen bilgi
gülmemek, (gülmemek için) kendini (zor) tutmak.
I found it hard to keep a straight face: Gülmemek için kendimi zor tuttum.
gözlerini birinin gözlerine dikmek Verb
birini tanımazlıktan gelmek Verb
birini görmezlikten gelmek Verb
birini tanımamış gibi yapmak Verb
malları doğrudan fabrikadan almak Verb
malları doğrudan fabrikadan getirmek Verb
kafası yerine gelmek Verb
birine dobra dobra söylemek Verb
sabit memur maaşıyla çalışan gezici satış elemanı
(US) önceden hazırlanmış seçim listesini sandığa atmak Verb
(US) tavsiye edilen adaya oy vermek Verb
(US) aday listesini olduğu gibi vermek Verb