kıstırmak, kısılmak, sıkışmak, sıkış(tır)ıp kımıldamaz hale gelmek (getirmek).
The ship was jammed in the ice/between the rocks. The bus was so full that I was jammed in and couldn't move.
Fiil
sıkıştırmak, sıkış(tır)ıp yarala(n)mak/ez(il)mek.
He jammed his hand in the door: Elini kapıya
sıkıştırdı.
His fingers were jammed in the door: Parmakları kapıya sıkıştı.
Fiil
(şiddetle/kuvvetle) basmak/itmek/daldırmak.
He jammed his foot on the brake: Ayağını kuvvetle
frene bastı.
jam the brakes on: kuvvetle fren yapmak.
Fiil
yığ(ıl)ıp tıkamak, (yolu vb.) kapatmak, üstüste yığmak, tıkmak, tıkabasa doldurmak.
The river was jammed with logs. Crowds jammed the streets and no cars could pass. jam one's clothes into a small suitcase.
Fiil
çalışamaz/işlemez hale gelmek/getirmek, bozmak.
The key broke off and jammed the lock.
Fiil
(radyo/telsiz yayınını) bozmak, karıştırmak, anlaşılmaz hale getirmek, parazit yapmak.
Fiil
sıkış(tırıl)ma, kıstırma, kısılma, sıkış(tır)ıp hareketsiz hale gelme/getirme.
İsim
sıkışıklık, tıkanıklık.
a traffic jam .
İsim
bir araya sıkışmış insan/eşya vb..
İsim
çıkmaz, zor/müşkül/sıkıcı durum, içinden çıkılmaz sorun.
İsim