üzerine, üstüne.
to get/jump onto a horse: Ata (at üstüne) binmek.
He got down onto his knees: Diz (üstüne) çöktü. Edat
-ye/-ye/-e/-a.
The door opens onto a dark street: Kapı karanlık bir sokağa açılıyor. Edat
farkında, haberdar.
I'm onto your tricks. Edat
arkası …'e dönük olmak.
The house backs onto the river.
sırtını birşeye vermek Fiil
birşeye arkasını dönmek Fiil
arkasında birşey yer almak Fiil
birşeyi birşeye yedeklemek Fiil, Bilgi Teknolojileri
birşeyin yedeğini birşeye almak Fiil, Bilgi Teknolojileri
iyi bir durumda olmak.
bir kimsenin yasa dışı eylemlerini/planlarını meydana çıkarmak.
keşfetmek üzere olmak.
They saw a royal seal, so they knew they were onto something.
birine birşeyden bahsetme fırsatı vermek Fiil
birini birşey bahsine getirmek Fiil
birini bir konuya getirmek Fiil
birşeyi açıklığa kavuşturmak Fiil
birşeyin anlaşılmasını sağlamak Fiil
birşeyi aydınlatmak Fiil
teçhizat amortismanını maliyete yüklemek Fiil
teçhizat amortismanıni maliyete yüklemek Fiil
mevkii bir türlü elinden bırakmak istememek Fiil
bir mevkii bir türlü elinden bırakmak istememek Fiil
yapışmak, sımsıkı tutmak, birşeyi kendine mal etmek.
bir temsili sahneye koymak Fiil
(a) birisiyle görüşmek.
I'll get onto the director and see if he can help. (b) hilesini/foyasını
meydana çıkarmak.
He tricked the people for years until the police got onto him. (c) seçilmek, atanmak.
My friend got onto the City Council. (d) işi/konuyu ele almak, (işe/müzakereye) başlamak.
Let's get onto our subject. (e) binmek.
I got onto the plane at Rome.
bakmak, nazır/yönelik olmak, açılmak.
The window gives on the sea. The door gives onto the garden.
bir yere açılmak Fiil
bir yere bakmak Fiil
(a) saklamak, muhafaza etmek, beklemek.
We should hang onto the house and sell it later when the prices
are higher. (b) tutunacak yeri/istinatgâhı olmak, yardım görmek, destek bulmak, dört elle sarılmak.
The old man had only his religion to hang onto when he lost his family.
trene bir vagon bağlamak Fiil
piyasa hissesini tutmak Fiil
(a) elde etmek, ele geçirmek, (b) bırakmamak, sımsıkı sarılmak, (gitmesine) izin vermemek, çam sakızı
gibi yapışmak, (c) kavramak, anlamak, akıl erdirmek, idrak etmek.
(füze vb) otomatik olarak yolu bulmak ve hedefe kilitlenmek Fiil
haberdar, (gerçek sebebini/anlamını/mahiyetini) bilen.
The police is on to him: Polis onun peşindedir.
bir vergiyi müşteriye yüklemek Fiil
piyasaya çıkarmak Fiil
birini bir işe koymak Fiil
suçu birine yıkmak Fiil
suçu birine atmak Fiil
yapıştırmak Fiil
bir konuşmayı para isteyerek bitirmek Fiil
tüketiciye yansıtılan vergi
evle karakol yan yana idi