arap sümbülü
Noun, Botany
fısıltı ile, yavaş sesle.
to swear under one's breath: yavaş sesle (içinden) küfretmek.
to protest under one's breath: homurdanmak.
soluk, nefes.
draw a breath: soluk/ nefes almak.
get one's breath back: nefesini toplamak,
kendine gelmek.
hold one's breath: soluğunu/nefesini tutmak.
last breath: son nefes.
lose one's breath: nefesi kesilmek, tıkanmak.
take someone's breath away: birisinin nefesini/iflâhını kesmek.
to be short of breath: nefes darlığı çekmek.
Noun, Physiology
soluma, nefes alma.
take a breath: nefes almak.
He took a deep breath: Derin nefes aldı.
Noun
hayat, canlılık.
It is the very breath of life to me: Bu benim için canım kadar azizdir.
Noun
kolayca/normal nefes alma.
He stopped to regain his breath.
Noun
teneffüs, kısa dinlenme zamanı.
Give him a little breath: Ona biraz dinlenecek zaman bırak.
to stop for breath: durup biraz dinlenmek.
Noun
dem, an, bir solunumluk/nefeslik zaman.
in a breath: bir anda, bir nefeste.
to say something (all) in one breath: bir nefeste söyleyip bitirmek, herşeyi söylemek.
Noun
esinti, püfürtü, hafifçe esme, hafif yel/rüzgâr.
a little breath of wind: hafif esinti/yel.
There wasn't a breath of air: Hava sakindi/durgundu (Hiç esinti yoktu/yaprak bile kımıldamıyordu).
Noun
(a) ses üreten soluk, (b) p, k, ş gibi harfleri çıkaran soluk.
Noun, Phonetics
nefesteki buğu/buhar.
Noun
nefes kokması.
bad breath: ağız kokması/kokusu.
have a bad breath: ağzı/nefesi kokmak.
Noun
soluk/nefes almak, nefesini toplamak, dinlenmek.
Let me catch my breath before I begin anything new.
(a) nefesini tutmak, (heyecan, korku vb.'den) soluğu kesilmek.
The news was so unexpected I caught my breath from shock. (b) soluk almak, nefesini toplamak, dinlenmek.
Let me sit down for a moment while I catch my breath.
nefesi kesilmek, nefes nefese olmak.
I came out of the water and gasped for breath.
kıl payı elde edilen çoğunluk
bir solukta, birdenbire, ânide, hemen, akabinde, hemen ardından, hem … hem de.
She lost her temper and apologized in the same breath: Hem öfkelendi hem de özür diledi (Öfkelenmesi ile özür dilemesi bir oldu).
soluk soluğa, nefes nefese, soluğu/nefesi kesilmiş bir halde.
After climbing to the top of the tower, we were so out of breath that we had to sit down.
soluk almak, nefesini toplamak.
boşuna nefes tüketmemek/çene yormamak, fuzuli tartışmadan kaçınmak.
Save your breath! Boşuna çene yorma!
nefes nefese
Adjective, Medicine
nefes darlığı
Noun, Medicine
nefes/soluk almak, dinlenmek.
(hayretten/heyecandan) donakalmak, nefesi kesilmek, dili tutulmak, heyecan/hayret uyandırmak, (insanın)
nefesini kesmek.
The sheer beauty of the sea took away my breath: Sırf denizin güzelliği karşısında heyecandan donakaldım.
vb ötürü soluğu kesilmek
Verb
konuşamaz hale gelmek
Verb
(hayretten/heyecandan) donakalmak, nefesi kesilmek, dili tutulmak, heyecan/hayret uyandırmak, (insanın)
nefesini kesmek.
The sheer beauty of the sea took away my breath: Sırf denizin güzelliği karşısında heyecandan donakaldım.
birinin nefesini kesmek
Verb
nefesi kesilerek, soluğunu tutarak, heyecanla.
He waited for the news with bated breath.