hang

  1. Verb asmak.
    to hang curtains. hang your coat (up) on the hook.
  2. Verb yere eğ(dir)mek.
    to hang one's head in sorrow.
  3. Verb (ceza olarak) asmak: asarak idam etmek, ipe çekmek.
    He was hanged several weeks after being sentenced.
    He hanged himself from a beam in the attic.
  4. Verb kaplamak, asarak süslemek.
    to hang a room with pictures. The wall was hung with paintings.
  5. Verb takmak, tespit etmek, tutturmak.
    to hang an ax to its helve.
  6. Verb yapıştırmak.
    to hang wallpaper.
  7. Verb (resmi galeride) sergilemek, teşhir etmek.
  8. Verb (kapı vb.'yi menteşelerle) yerine takmak.
  9. Verb (öfke vb. ifade eder):
    I'll be hanged if I do: Yaparsam Allah belamı versin! Ölsem yapmam!
    I'll
    be hanged = hang it = hang it all: Allah kahretsin! Allah belasını versin!
  10. Verb (bir üyenin muhalif kalmasiyle jüri kararına) engel/mani olmak, engellemek, askıda/sürüncemede bırakmak.
  11. Verb asılmak, sarkmak, sallanmak, asılı olmak.
  12. Verb (asılarak) idam edilmek, ipe çekilmek.
    He was hanged for his crime.
  13. Verb (aşağı doğru) eğilmek, meyletmek, eğik/meyilli olmak.
  14. Verb (şarta) muallâk/bağlı olmak.
    His future hangs on the outcome of their discussion.
  15. Verb şüpheli olmak, kesin/kat'î olmamak, tereddüde düşmek.
  16. Verb ertelenmek, sürüncemede kalmak, askıda/muallâkta kalmak.
  17. Verb oyalanmak, gecikmek, asılıp kalmak, inat/sebat etmek.
  18. Verb havada asılı kalmak, sallanıp durmak.
  19. Verb
    hang on/upon: (a) dikkat etmek, dikkatle dinlemek veya nazarı itibara almak.
    She hung on the
    teacher's every word. (b) tâbi/bağlı/mütevakkıf olmak.
    It all hangs upon his decision.
  20. Verb (resim/tablo vb.) sergilenmek, teşhir edilmek.
    His works hang in most major museums.
  21. Verb (jüri) karar verememek.
  22. Verb (vücut hatlarına) uymak, vücuda oturmak.
    That coat hangs well in back.
  23. Noun asılış, asılma, sarkma.
    I don't like the hang of the shirt.
  24. Noun anlam, mana, kavram, düşünce, kullanılış tarzı.
mahcup olmak, utanmak, utancını/mahcubiyetini belli etmek.
(zaman) bir türlü geçmek bilmemek Verb
(zaman) geçmek bilmemek Verb
pamuk ipliği ile bağlı olmak, tehlikeli/müşkül şartlar altında ümitsizce mukavemet etmek/direnmek/dayanmak.

The soldiers are still holding the fort, but they're hanging on by their eyelids.
(mutad bir işe) son vermek, eleğini asmak.
At the age of 64, he hung up his hat (for the last time).
önüne bakmak Verb
ipe çekmek Verb
çekmek Verb
darağacına çekmek Verb
(genellikle olumsuz tümcelerde) ilgilenmek, ilgi/alâka göstermek, alâkadar olmak, umursamak, umurunda
olmak, aldırış etmek.
He doesn't give a hang about anybody: Kimseye metelik vermez/aldırış etmez.
I don't care a hang: Bana vız gelir/umurumda değil!
kahrolmak, unutulmak.
hiç aldırmamak
ahizeyı yerine koymak Verb
(US) jüride çoğunluğun görüşünden yana olmayarak bir jürinin karar vermesini engellemek Verb
tavana lamba asmak Verb
bir suçu birine yüklemek Verb
sokak köşelerinde avare avare dolaşarak meyhanelerin açılmasını beklemek Verb
ayak altında dolanıp durmak Verb
(a) başıboş/âvare dolaşmak, bir şeyin etrafında dönüp dolaşmak/dolaşarak beklemek,
argo havyar
kesmek.
I hung around for an hour, but he didn't come. (b) oyalanmak, vakit öldürmek.
Don't hang about, we have a train to catch. (c) (belirli bir maksat için) beklemek, uzaklaşmamak, ayrılmamak.
hang about, don't go away.
muallakta olmak Verb
(a) çekinmek, imtina/tededdüt etmek, gerilemek, geri çekilmek/durmak.
The bridge looked so unsafe
that we all hung back in fear. (b) geri kalmak, arkada kalmak.
pamuk ipliğine bağlı olmak Verb
pamuk ipliğine bağlı olmak Verb
pamuk ipliğine bağlı olmak Verb
pamuk ipliğine bağlı olmak Verb
kullanılmadan durmak Verb
sarkmak Verb
(a) (mermi, bomba vb.) geç patlamak, (b) gecik(tiril)mek, ertele(n)mek, geriye/sonraya bırak(ıl)mak,
muallâkta/askıda kalmak.
The new project is hanging fire.
geciktirmek, sonraya bırakmak, ertelemek, tehir etmek, ara vermek, devam etmemek.
We are working very
hard in the new house, so our plans for a holiday must hang fire for a time.
atlataç: V şeklinde uçurtmaya benzeyen atlama plânörü. Pilot kendini altına bağlayarak uçurum vb.'den uçar gibi süzülerek atlar. Noun
uçatlama: V şeklinde uçurtmaya benzer plânörle atlama. Noun
(zaman) yavaş geçmek.
kasvet çökmek, canı sıkılmak.
I had nothing to do and time was hanging heavy on my hands.
sebat etmek, yılmamak, dayanmak, direnmek, cesaretini yitirmemek.
şaşırıp kalmak, tereddüde düşmek, ne yapacağını/ne olacağını bilmemek.
sebat etmek, yılmamak, dayanmak, direnmek, cesaretini yitirmemek.
istifini bozmamak.
(a) tutunmak, (el ile) yapışmak, sıkı tutmak.
hang on (to the strap), the bus is starting. (b)
(telefonda vb.) beklemek, ayrılmamak.
I'm afraid the line is busy, would you hang on? I finish work at 5, but I'll hang on till half past to meet you. (c) sebat etmek, (bir işe) devam etmek, dayanmak, dişini sıkmak, sabretmek, peşini bırakmamak.
You must be tired, but try to hang on till all the work is finished. (d)
hang upon ile ayni anlama gelir.hang (19), (e)
hinge on ile ayni anlama gelir. istinat etmek, dayanmak, bağlı olmak.
The story hangs on the relationship between 2 sisters. (f)
hang on someone's lips: (birisini) hayran hayran dinlemek, dikkat etmek.
He hung on her lips/on her every word.
(telefon) bir dakika bekle
birinin ağzından çıkan her söze kulak vermek Verb
iki dudağının arasında olmak Verb
kulak vermek, dikkatle dinlemek.
tutunmak Verb
birine tutunmak Verb
yanaşmak Verb
(a) birisine vurmak, darbe indirmek, (b) körkütük/zilzurna sarhoş olmak.
(a) saklamak, muhafaza etmek, beklemek.
We should hang onto the house and sell it later when the prices
are higher. (b) tutunacak yeri/istinatgâhı olmak, yardım görmek, destek bulmak, dört elle sarılmak.
The old man had only his religion to hang onto when he lost his family.
(a) (dışarı) sark(ıt)mak, as(ıl)mak, (b)
argo (bir yerde) oyalanmak, boş vakitlerini (bir yerde)
geçirmek, (c)
argo oturmak, ikamet etmek, kalmak.
He hangs out in an old house. (d)
let it all hang out
argo kendi işi ile meşgul olmak.
sokaklara bayraklar asmak Verb
çamaşırları asmak Verb
çamaşır asmak Verb
biriyle takılmak Verb
biriyle birlikte zaman geçirmek Verb
biriyle birlikte dolaşmak Verb
(a)
hang over from: …'den kalmak, süregelmek.
This custom hangs over from the old days.
(b) tehdit etmek, … üzere olmak, vukuu yakın olmak.
The danger of war hung over the Europe for ten years. (c)
hang over one's head: (kötü bir ihtimal bir kimseyi) tehdit etmek, Demoklesin kılıcı gibi başında asılı durmak.
The examinations are hanging over her head, that's why she can't sleep at night.
(US) avare avare dolaşmak Verb
takmak Verb
sallandırmak Verb
birşeyi dışarıya asmak Verb
(a) birbirine sadık kalmak, birbirinden ayrılmamak, daima beraber olmak, dayanışmak, (b) birbirine sıkı
sıkıya tutunmak/sarılmak, (c) birbirine uymak, mantıklı/insicamlı/tutarlı olmak.
His story doesn't hang together.
(a) (çengele/çiviye vb.) asmak, (b) (telefonu) kapatmak.
I was so angry I hung up on her (while she
was talking): Öyle kızdım ki (daha o konuşurken) telefonu yüzüne kapattım. (c) gecikmek, geri kalmak, geri bırak(ıl)mak, ertele(n)mek, tehir etmek.
The peace talks were hung up while the representatives spoke to their governments. (d)
Avust. (atı) bağlamak.
güçlük, engel, takıntı, takınak, ketleme, ürkeklik, korku, sıkıntı.
He's got a hang-up = hang up about
flying: Uçmaktan korkar.
Noun
duvara kâğıt yapıştırmak Verb
nazik/kritik/güvensiz durumda olmak, askıda/muallâkta olmak.
off balance: dengesiz, kararsız,
hazırlıksız, tehlikede, sonu şüpheli.
manasını kavramak, işletme sırrını öğrenmek.
(kullanılışını, usulünü vb.) anlamak, öğrenmek, alışmak, yolunu yordamını bulmak.
He had never used
a computer before, but it didn't take him long to get the hang of it. (b) (esasını/ruhunu/maksadını vb.) anlamak/kavramak.
I didn't quite get the hang of what he said.
(güçlüklere rağmen bir şeye) var kuvvetiyle sarılmak, yılmadan/azimle devam etnek.
gevşemek Verb
kendini bırakmak Verb
canının istediğini yapmak Verb
sarkıtmak Verb
en ufak bir delil bile yok
geri kalmamak
birinin yanlışlarını düzeltmemek, hata yapmasına göz yummak, sonu felakete giden tutumunda serbest bırakmak.

Give him enough rope and he will hang himself: Bırak kendi haline, sonunda belasını bulacak. (kendi ipini kendi eliyle çekecek).
bahane göstererek hak iddia etme
şikâyet vesilesi
oyalanmak, bulunduğu yerden ayrılmamak/uzaklaşmamak.
sarkıtmak (argo) Verb
sallandırmak Verb