than

  1. -den, -e göre/nazaran. (Karşılaştırmada kullanılır).
    He is taller than I am: O benden daha uzun
    boyludur.
    more than one: birden fazla, birçok.
  2. başka, diğer, hariç.
    no other than you: senden başka hiç kimse.
    I had no choice other than
    that: Başka türlü yapamazdım/davranamazdım, elimden başka şey gelmezdi.
    You won't find such freedom anywhere than in the U.S.: ABD'den başka yerde böyle serbestlik bulamazsınız.
  3. o anda, olur olmaz.
    We barely arrived than it started raining: Biz gelir gelmez yağmur başladı.
  4. nazaran, nisbetle, … kadar.
    He is a person than whom I can imagine no one more courteous: Onun
    kadar (veya ondan daha) kibar bir kimse tasavvur edemiyorum.
  5. -den ise.
    I'd rather starve than ask for a penny: Avuç açmaktansa açlıktan ölmeyi tercih ederim (Ölürüm de avuç açmam).
Hiç yoktan iyidir. Sentence, Idioms
Buna da şükür. Sentence, Idioms
birçok seçeneği olmak Verb
oynayacak çok kozu olmak, bir sürü gizli plânları/düzenleri olmak.
vaadettiğinden fazlasını yapmak, vaadini/sözünü fazlasıyla yerine getirmek.
duman attırmak Verb
yeğin
daha iyisini bilmek.
I know better than that: (a) Bundan daha iyisini bilirim. (b) Bu kadarcık
şeyi bilirim/akıl ederim. (c) O da bir şey mi!
He knows better than to do that: Artık bu kadarını da bilir (Onu yapacak kadar aptal değildir).
He should have known better than to do it: O işin yapılmaması gerektiğini bilmeliydi/yapmayacak kadar aklı olmalıydı.
You ought to know better! Bu kadarcık şey bilmeliydin(iz)!
-den daha az.
in less than no time: bir anda, göz açıp kapayıncaya kadar.
…'den ziyade, daha ziyade.
She's more like 30 than 25: 25'ten ziyade 30'una yakındır.
-den daha fazla/büyük/değerli (şey).
His report is more than a survey.
en az.
No fewer than ten people lost their lives in the fire: Yangında en az on kişi hayatını
kaybetti.

NOT

: FEWER ve
LESS aynı anlamda olmakla beraber kullanma yerleri farklıdır. Genellikle sayı ve miktar söz konusu olduğu zaman çoğul ad ve adıllarla birlikte
FEWER kullanılır.
Fewer street car are running now than ten years ago.
LESS ise, tekil adlar ve adıllarla birlikte ve kütle halindeki çoklukları, ya da manevî değer ve nitelikleri karşılaştırmada kullanılır.
There was less gasoline in the tank than we thought. Less effort, less courage, less value, less wealth, etc.
bizzat o (kimse/şey).
No less a person than the King: Bizzat Kral.
London is no less expensive
than Paris: Pahalılıkta Londra Paristen aşağı kalmaz.
He writes with no less knowledge than clarity: Bilgili olduğu kadar da açık bir dille yazıyor.
-den fazla değil.
He is no more German than I am: Kim demiş onu Alman diye?
“I can't understand
it.” “No more can I.” “Bunu anlamıyorum. ” “Benden de al, o kadar.”
…'den başka/başka türlü/başkası değil, … in ta kendisi, bizzat.
I could do no other than … : …'den
başka türlü yapamazdım.
The presentation was made by none other than the Prime Minister.
…'den başka/başka türlü/başkası değil, … in ta kendisi, bizzat.
I could do no other than … : …'den
başka türlü yapamazdım.
The presentation was made by none other than the Prime Minister.
'den geç olmamak üzere
'den az olmamak koşuluyla
-den fazla değil.
He is no more German than I am: Kim demiş onu Alman diye?
“I can't understand
it.” “No more can I.” “Bunu anlamıyorum. ” “Benden de al, o kadar.”
(a) en az, …'den aşağı değil, ta kendisi.
He is nothing less than a thief: Hırsızın ta kendisidir/Hırsızın
biridir.
You should ask nothing less than $1000 for your car: Araban için bin dolardan az isteme. (b) … ile bir, aynen, tıpkı, âdetâ.
He resembled nothing less than a bandit: Tıpkı bir hayduda benziyordu
… ile aynı/bir.
It's nothing more or less than a murder to send him without a gun to catch the criminal:
Onu silahsız olarak katili yakalamaya göndermek cinayettir.
-den fazla değil.
He is no more German than I am: Kim demiş onu Alman diye?
“I can't understand
it.” “No more can I.” “Bunu anlamıyorum. ” “Benden de al, o kadar.”
(a) …'den başka.
I can't do other than to go: Gitmekten başka çarem yok/gitmezsem olmaz. (b) başka
tarzda/yoldan/şekilde, başka türlü.
He could not have acted other than he did: Başka türlü davranamazdı.
… -tense (tercih bildirir).
I would sooner read than watch TV: TV seyretmektense okurum daha iyi
(Okumayı TV seyretmeye tercih ederim).
son derece, görülmemiş derecede, herzamankinden daha fazla.
more beautiful than ever: her zamankinden
daha güzel.
faster than ever: son derece hızlı.
Do it as quickly as ever you can: Her zamankinden daha çabuk yap.
(a) (eski çağlarda genç kız) bekâretini kaybetmek, (b) korktuğuna uğramak, korktuğu başına gelmek, ölümden beter olmak.
son derece ... Adjective
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Sentence
zararına
kat kat/fersah fersah iyi olmak.
A is better than B by a long chalk: A, Bden kat kat/fersah fersah iyidir.
yapmaya pek hevesli olmamak Verb
her zamankinden çok kararlı olmak Verb
…den bir farkı olmamak Verb
Geç olsun da güç olmasın. Sentence
ortalamanın üstünde
başından büyük işe girişmek, yutamayacağı lokmayı ısırmak.
In trying to build a house by himself,
he had bitten off more than he could chew: Tek başına ev yapmaya kalkışmakla başından büyük işe girişti.
farklı, başka, ayrı.
He's a different man from what he was ten years ago. She is different than Jane
is.
I feel a different man: Kendimi bambaşka hissediyorum.
yarardan çok zararı olmak Verb
söylemesi yapmaktan daha kolay.
(söylemesi) dile kolay!
Söylemesi kolay.
birini gölgede bırakmak Verb
takdirden çok tenkide uğramak Verb
Yarım ekmek hiç yoktan iyidir. Adjective
Amerikalı kim, o kim! (Ne münasebet, o Amerikalı değildir).
yüzden aşağı bırakmam
bir aydan az bir süre içinde
hakiki değerden eksiğine sigorta
hakiki değerinden eksiğine sigorta
(demiryolu , US) parça eşya sevkıyatı
parça eşya teslimatı
(US) parça eşya
parça eşya sevkıyatı
parça eşya trafiği
çok kısa zamanda.
(US) parça eşya
tam kamyon yükü olmayan
parça eşya tarifesi
küçük göstermek Verb
kendini olduğundan daha becerikli göstermek Verb
canlı cenaze
övgüden çok suçlama
muhtemelen Adverb
çoğunlukla, çok defa, çoğu kez.
During the foggy weather the trains are late mor often than not:
Sisli havalarda çok defa trenler gecikir.
genellikle, ekseriya, çoğu zaman.
More often than not I read a novel: Ekseriya bir roman okurum.
bir hayli ... Adverb
oldukça ... Adverb
bayağı ... Adverb
yeter de artar bile.
gerekenden fazla Adverb
göründüğünden başka türlü, göründüğü gibi/kadar … değil.
Sewing looks quite simple, but there's more
in it than meets the eye.
lüzum undan fazla
fazladan
birden fazla ... Adjective
fazlasıyla, aşırı derecede, haddinden ziyade.
His behavior displeased me more than somewhat .
düşük ahlâklı, ahlâksız.
He is no better than he should be: Düşük ahlâklıdır.
en geç …de Adverb
… gibi bir … bile Adverb
mümkün mertebe az.
He never does more work than he can help: Mümkün mertebe az iş yapar (Canını eziyete koşmaz).
demesiyle yapması bir oldu.
yapılması ille de şart olandan fazlasını yapmamak Verb
...'in dışında
...'den başka
... haricinde
mülkiyetin gayrı ayni haklar Noun, Law
1970 yılları başındaki seviyenin üçte birinin daha aşağısında olmak Verb
gerektiğinden uzun kalmamak Verb
işin altında iş var; daha bilinmeyen gerçekler/sebepler var.
mülkiyetin gayrı ayni hakların devri Law
sesten hızlı gitmek Verb
...'e ...'den farklı muamele etmek Noun
...'e ...'den farklı davranmak Verb
Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Sentence
Akıl akıldan üstündür. Sentence
envanter dışındaki cari varlıkların değer ayarı
daha da kötüsü Adverb
Bir kimseyi iyilikle yola getirmek daha kolaydır.
Yaşlılar, Maluller ve Felaketzedeler İçin Planlardan Başkaları İçin Sosyal Güvenliğe Dair Avrupa Geçici Sözleşmesi Noun, International Law