ayıplamak, kınamak, yermek.
I am not blaming you: Seni kınamıyorum.
kabahatli/suçlu bulmak, sorumlu tutmak, kabahat/suç yüklemek.
I blame the accident on him: Kazadan
onu sorumlu tutuyorum.
I don't blame you for leaving him: Onu terkettiğin için seni kabahatli bulmam (sende suç tok).
They blame each other: Suçu birbirinin üstüne atıyorlar.
You have only yourself to blame: Kabahati kendinde ara.
patlatmak, parçalamak, (derisini) yüzmek. (Emir şeklinde mizahî olarak kullanılır):
blame my hide
if I go: Gidersem derimi yüzsünler.
ayıplama, kınama, takbih, kabahat bulma.
kabahat, sorumluluk, mes'uliyet.
suçu üstüne almak Fiil
suçu üstlenmek Fiil
suçu kabul etmek Fiil
bir şeyin suçunu birine atfetmek Fiil
bir şeyin sonucunu birine yüklemek Fiil
kabahati birine yüklemek Fiil
bir şeyin suçunu birine atfetmek Fiil
(sigorta) her iki tarafta da kusur bulmak Fiil
sorumluluğu üstüne almak Fiil
ruhsal sıkıntılarını işine bağlamak Fiil
bir şeyin kabahatinıüstüne atmak Fiil
bir şeyin kabahatinıüstüne atmak Fiil
(sigorta hukuku) her iki tarafın da suçlu olması
her iki tarafın da suçlu olduğu çarpışma klozu
bir çarpışma da her iki tarafında kusuru bulunması klozu
suçu birinin üstüne atmak Fiil
birini itham altından kurtarmak Fiil
birşey için suçlanmak Fiil
kabahat onda
suç bende değil
kabahati yüklemek Fiil
suçu birine yüklemek Fiil
kabahati birinin üstüne atmak Fiil
suçu birine yıkmak Fiil
suçu birine atmak Fiil
atmak Fiil
kabahati üzerine almak.
suçlu, kabahatli, sorumlu.
He is (greatly) to blame: (Bütün) suç onda/kabahat onun.
I am to
blame for his lateness: Gecikmesinden ben sorumluyum/Gecikmesine ben sebep oldum/Benim yüzümden gecikti.
I am not to blame: Suç bende değil/Benim suçum/kabahatim yok.
kabahati birinin üzerine atmak, birini kabahatli bulmak.