hand

el. (İlgili sıfat:
manual).
right/left hand: sağ /sol el.
have/hold in one's hands:
elinde tutmak.
to take someone's hand: birinin elinden tutmak.
to lead someone by the hand: birisini elinden tutup götürmek, yol göstermek.
He's very good/clever with his hands: Çok beceriklidir/elinden iyi işgelir.
clean hands: dürüstlük.
Noun
ele benzer uzuv: yüksek omurgalılarda ön ayağın uç kısmı. Noun
(hayvanlarda) pençe, kıskaç vb.: tutunma/tırmanma/yakalama organı. Noun
ibre, gösterge, müş'ir, ele benzer şekil.
The hands of the clock (or watch) show the time.
hour
hand: akrep.
minute hand: yelkovan.
second hand: saniye ibresi.
Noun
index1 (6). Noun
işçi, amele.
a field/farm hand: tarla/çiftlik amelesi.
a factory hand: fabrika işçisi. Noun
maharetli/hünerli kimse.
She is a great hand at thinking up new games.
an old hand = a good
hand: tecrübeli/yetenekli/mahir/ehil kimse, usta, kurt.
An old hand at the job is one who is very familiar with it through long experience.
Noun
hüner, maharet, yetenek, kabiliyet.
The artist's work showed a master's hand. Noun
(belirli bir iş yapan) kimse.
a poor hand at running a business. Noun
tayfa, bir topluluğun/takımın bir üyesi.
All hands on the deck! All hands cooperated.
The ship
was lost with all hands: Gemi bütün tayfaları ve yolcularıyla beraber kayboldu.
Noun

hands: yetki, salâhiyet, kudret, kontrol, sorumluluk, görev, mülkiyet.
Get/become out of hand:
kontrolu dışına/çığırından çıkmak.
The property is no longer in my hands: Mülk elimden çıktı (artık benim malım değil).
The meeting is getting out of hand: will everybody stop talking at once.
Noun
(pazarlık, müzakere vb.'de) durum.
an action to strengthen one's hand: birinin durumunu kuvvetlendirecek girişim. Noun
vasıta, el ile yapılan iş.
death by his own hand: kendi eliyle ölüm (intihar). Noun
yardım, himmet, işe karışma.
give/lend a hand to: yardım etmek.
Give me a hand: Bana yardım et/yardım elini uzat. Noun
yön, cihet, taraf, yan.
The house is on the right hand: Ev sağ taraftadır. Noun
el yazısı (şekli/üslûbu).
a legible hand. He writes a clear hand. Noun
imza. Noun
alkış tufanı.
give a good/big hand to: çok alkışlamak.
The crowd gave the winner a big hand.

get a big/good hand: çok alkışlanmak.
Noun
vaat, (evlenme vaadi vb.).
He won her hand: Ondan evlenme vaadi aldı. Noun
karış: atın yüksekliğini ölçmekte kullanılan ≈ 10 cm.'lik ölçü.
This horse is 18 hands high. Noun
(iskambil) (a) el, (b) sıra, (c) oyun. Noun
hevenk, (meyve/yaprak vb.) demet. Noun

handle ile ayni anlama gelir. dokuntu, temas: elle dokununca kumaşın bıraktığı izlenim.
the smooth hand of satin. Noun
kaynak, mehaz, bilgi/malzeme kaynağı olan şahıs.
She heard his story at first hand. A book written by several hands. Noun
rol, dahl, sorumluluk, pay, bir işin yapılmasına karışma.
We all had a hand in it. Noun
yan, taraf, nokta-i nazar, cihet, bakım.
on the one hand : bir taraftan/bakıma.
on the other
hand: diğer taraftan.
At her left hand stood two men : Sol tarafında iki adam duruyordu.
Noun
(el ile/elden) vermek, uzatmak.
hand me that book, please. Please hand me the butter. Verb
yardım etmek, el vermek, elinden tutup götürmek.
He handed the elderly woman cross the street. To hand a lady into the bus. Verb
(a) yelken istinga edip sarmak, (b) çekerek taşımak. Verb, Maritime Traffic
el. Adjective
el yapısı, el ile işlenmiş. Adjective
elde taşınan, ele giyilen. Adjective
el ile işleyen. Adjective
handle ile ayni anlama gelir. dokuntu, temas: elle dokununca kumaşın bıraktığı izlenim.
(bir şeyi, özellikle gıdayı) elden ele geçirmek/dolaştırmak.
el atlası
(taş devrine mahsus) el baltası, taştan yapılmış balta. Noun
nacak, dahra. Noun
el çantası Noun
(US) el çantası Noun
el çanı
el afişi
el freni
el bakımı Noun, Medicine
palanga
el ile dizme
(basım) el ile dizgi
el ile dizen
ırgat
(a) (mahkeme kararını) tebliğ etmek, bildirmek, (b) nesilden nesile iletmek/nakletmek.
This custom
has been handed down since the 17th century. This ring has been handed down in my family. (c)
ABD açıklamak, resmen beyan etmek.
The board of directors will hand down the figures on Monday.
nüans
ince fark
manyeto
el aynası. Noun
el büyüteci, pertavsız. Noun
el bombası Noun
bucurgat
üç ayaklı sepha kullanılmadan elde çekilmiş film
borazan. Noun
(yetkili kimseye) tevdi/teslim etmek, vermek.
The tests were handed in to the teacher.
hand
in one's resignation: istifasını vermek.
(a) el ele, (b) elbirliğiyle, işbirliğiyle, beraber, yanyana.
Doctors and nurses work hand in hand
to save lives. Dirt and disease go hand in hand.
faturaların muamelesini yapmak Verb
el büyüteci, pertavsız. Noun
el ile yazma
el bagajı Noun
el çantası Noun
(el ile yürütülen) çim biçme makinesi. Noun
(nesilden nesile) geçirmek, elden ele vermek/devretmek.
The silver service was handed on to the eldest daughter.
lâterna. Noun
(a) (bedava) dağıtmak, tevzi etmek.
The storekeeper handed out free candies. (b) düzenlemek, tertip
etmek, icra/ifa etmek, donatmak.
hand out severe punishment: şiddetli ceza vermek.
(a) tevdi/emanet etmek.
The captain was unwilling to hand over the command of his ship (to a younger
man). (b) vermek, devretmek, teslim etmek.
kulaçlama yüzme
zarif kaliteli yazı kâğıdı
elle toplamak Verb
dikkatle seçmek Verb
seçilmiş
seçme
alınlık
el tulumbası Noun
el delgisi
(bir şeyi, özellikle gıdayı) elden ele geçirmek/dolaştırmak.
birbiri arkasına, arkası kesilmeden, sıra ile, ara vermeden, fasılasız, bilâfasıla. Adverb
el sıkma ile sonuçlanan satış
el kıskacı, kenet, marangoz kenedi. Noun
el ile dizme
el işareti
mektup damgası Noun
yumruk yumruğa, göğüs göğüse.
to fight hand to hand.
el aleti
matbaacılıkta el yapımı baskı klişesi
avadanlık
truck (2). Noun
işarî oy Politics-Intl. Relations
işaret oyu Politics-Intl. Relations
çark
el ile yazılı
el ile işlenmiş
handbreadth Noun
yakın, yanında, el altında (zaman/yer bakımından).
The day of victory is at hand: Zafer günü yakındır.
Kara Çete, Zorba: ABD'de şantaj ve tethişçilikle tanınmış İtalyan asıllı çata ve haydutlara takılan ad.
haydut/eşkiya çetesi.
tezgâhtar el yazısı
işadamının el yazısı
bizzat, aracısız, kendi eliyle.
ustabaşı
okunaklı yazı
cimri
bir başkasının yerine geçici olarak çalışan kimse
(eski İngiliz mahkemelerinde kullanılan) elyazısı (üslûbu). Noun
(Br) becerikli kişi
uzman
geçmişin takıntısı, mazinin yavaşlatıcı/önleyici etkisi. Noun
mortmain (1&2). Noun, Law
zabitten ayrı güverte bölümünde çalışan tayfa
güverte bölümünde çalışan tayfa
tapacı
fişekçi
yedek işçi
fabrika işçisi
fabrika vasıfsız işçisi
aylakçı
çiftlik işçisi
rençper, çiftlik amelesi.
tarım işçisi
göğüs göğüse dövüşmek Verb
iyi işçi
index ile ayni anlama gelir. parmak, el, bir metinde önemli bir kısma dikkati çekmek için konulan el resmi.
simge
serbest el
tasarım
mekanik araçlar kullanılmadan yapılmış resim
istediği gibi hareket etmekte serbest olma
sınırsız yetki/serbestlik.
give someone a free hand: tam serbestlik/yetki/salâhiyet vermek.
The
committee was given a free hand , with no questions asked about how they spent the money.
have a free hand: istediği gibi harekette serbest olmak.
Noun
elden ele.
full house ile ayni anlama gelir. (poker) ful, dolu el: aynı sayılı üç kâğıtla eşit iki kâğıttan
oluşan el (3 üçlü, 2 altılı gibi).
el sıkma, tokalaşma, aşırı bir memnuniyetle “hoş geldiniz” deme.
güzel el yazısı
akıcı el yazısı
yardımcı
yardım
gizli etken
tiranlık
müstebitlik
istibdat
despotluk
tarım işçisi
akrep, saatleri gösteren ibre. Noun
(a) hazır, elde mevcut, emre âmade.
money in hand. (b) hazırlanmakta, yapılmakta.
The work
is now in hand: İş ele alınmıştır/yapılmaktadır. (c) gözaltında, kontrol altında.
The situation is now in hand: Durum kontrol altına alınmıştır (Şimdi duruma hakim bulunuyoruz).
These children need taking in hand: Bu çocukları yola getirmek gerekir.
yelkovan
gösterici ibre
görülmeyen el
görünmez el (rasyonel özçıkar peşinde koşmanın toplumca arzu edilen sonuçlar doğuracağı kavramı
görünmez el
gündelikçi
götürü işçi
iri yarflerle el yazısı
iri harflerle el yazısı
metrdotel
kâtip
jeran
sol el
okunaklı yazı
genç ama becerikli el
el yazısı
fabrika işçisi
iplik işçisi
değirmen işçisi
iyi kazanç umudu
aylakçı
ara sıra çalışan işçi
yedek
irticalen
kontrol dışı
(a) elde/depoda (mevcut), emre âmade, hazır.
cash on hand: hazır/peşin para.
The supermarket
has lots of oranges on hand.
I have a lot of work on hand: Elimde çok işim var. (b) kaçınılmaz, önüne geçilemez, (vukuu) muhakkak, (c)
ABD mevcut, hazır.
I will be on hand tomorrow.
açık el
ocak işçisi
çok deneyimli adam
matbaa harfi
acemi çırak
işlek yazı
bitiştirilmiş harflerle yazılmış el yazısı
titrek el
steno
normal el yazısı
inci gibi yazı
yedek adam
ustalık Noun
gayri menkule
özellikle de konuta tecavüz eylemlerinde suçun şiddet ve zor kullanarak ya da çok sayıda kimselerle işlenmesi
kıskaçlı büyüteç Noun
(a) yakın, erişilebilir, (b) elde, bir kimsenin mülkiyetinde.
basit el yazısıyla
havaya kalkmış el
üstünlük.
emektar işçi
ardiye işçisi
saatin kolu
el yazısı