mutlakçı
Adjective, Philosophy
mutlaklaştırıcı
Adjective, Philosophy
kayyum ve bu gibi kimselerin sorumluluklarına kefalet eden kefil
gayri kabili rücu kararname
rehin edilen şeyin alacaklıya kalması emri
temyiz edilemeyen kesin karar
Noun, Law
poliçe keşidesinde ödeyecek olan kişinin borcunu şartsız kabulü
salt adres
Information Technology
(bellekteki bir yerin makine kodunda kullanılan sayı sistemiyle açıklanan gerçek adresi
mutlak üstünlük (ticarete girişen iki ülkeden birinin diğerine göre kesin olarak düşük maliyetle üretim
yapması ve ticarete katılması
salt/mutlak alkol, ağırlıkça %1'den az su içeren alkol.
salt yükseklik, mutlak irtifa: uçak veya roketin yer yüzünden düşey yüksekliği.
mutlak çevirici (bir mutlak çevirici , bir kaynak program komutundaki adres alanı için mutlak bellek adreslerini saptar
alacağın devir ve temliki
bir malın teslimsiz veya hükmen teslim yoluyla temlikini sağlayan satış senedi
salt tavan, deniz düzeyinden itibaren uçağın normal uçuş yapabildiği en yüksek düzeç.
mutlak adresleri ve mutlak işletim kodlarını kullanan bir programlama kodu
mutlak derişim
Noun, Physics
mutlak konsantrasyon
Noun
mutlak kaçakçılık (tarafsız devletçe savaş sırasında taşınan silah ve cephane
başka bir kişinin işini engellemesi ya da yönetmesi söz konusu olmaksızın kişinin işleri tam yetkiyle dilediği gibi yürütebilmesi
şartsız (yani ipoteksiz) veya mutlak temlik
daha düşük bir ortalama maliyeti gerçekleştirebilen üstünlük
yerleşik firmaların sahip olduğu
dolayısıyla da yeni işe başlayanlara göre
abkulon: elektromanyetik CGS birim sisteminde elektrik yükü birimi, 10 kulon.
Noun
şartsız taahhüt içeren sözleşme
mal ve mülklerin ilk sahibine iadesine ilişkin bir ek sözleşmenin söz konusu olmadığı veya ayrı bir senedin
içinde bulunan ve başka bir sözleşmeye ait
mutlak teslim (sahibinin fiilen vermesiyle tamamlanan teslimat
mutlak teslim (bir senedin en basit devir şekli , o senedin üzerindeki tüm haklardan feragat etmek ve
mülkiyeti temlik etmek niyetiyle elden verilmesi
salt aygıt
Information Technology
hüküm giymiş bir kimseyi cezasız salıverme
eşler sanki ölmüş gibi evliliğin sona ermesi durumu
tahsis edilmeleri ya da kullanılmalarına dayalı etkinlik
sınırlı kaynakların bulunmasına ve bunların en etkin bir biçimde bir araya getirilmesine
mutlak hata (hesaplanan bir sonuçtaki sapmanın, bir sorunun cebirsel işaretine bakılmaksızın büyüklüğü)
Noun
hâkimiyeti ve tasarruf hakkı olan ve ölünce
vaktinden önce feshedilemeyen yararlanma hakkı
aksine vasiyet bulunmuyorsa
malikinin mülk üzerinde tam
kayıtsız şartsız kontrolü
mutlak tekrarlanma sayısı
hayatta olan kimseler arasında bağışlama
teminat (teminatı veren kişinin borcunu ödeyeceğini veya yükümlülüğünü yerine getireceğini kayıtsız şartsız tekeffül etmek)
Verb
salt nemlilik, mutlak rutubet, birim hacimdeki havada bulunan subuharı kütlesi.
saltık/mutlak düşünce/fikir.
salt ülkücülük, mutlak idealizm.
Hegelcilik, Hegel felsefesi, salt idealizm.
bir şahsın evlenmesine yasal olarak engel olan koşul.
kişinin evlenmesini olanaksızlaştıran engeller
Noun
tüketim harcamalarının sadece cari kişisel tasarruf edilebilecek gelirin bir fonksiyonu olduğunu savunan varsayım
(US) kayıtsız şartsız ciro
hemen tevarüs edilen şartsız miras
mutlak miras (şartsız miras
kayıtsız şartsız sorumluluk
kusursuz sorumluluk
Noun, Law
salt yükleyici
Information Technology
salt büyüklük: bir yıldızın 10 parsek (32.6 ışık yılı) uzakta bulunan kuramsal gözlemciye görüneceği büyüklük.
mutlak büyüklük
Noun, Astronomy
salt çoğunluk, mutlak ekseriyet, oy verenlerin yarısından bir fazlasının oluşturduğu çoğunluk.
salt maksimum/minimum, tarif aralığında işlevin aldığı en büyük/en küçük değer.
mutlakiyet idaresi, mutlak hükümdarlık.
müstebit idare, istibdat idaresi, despotluk.
mutlak monarşi
Noun, Sociology
yerine başka bir şeyin konmayacağı tek bir ürün veya tedarikçi firmanın bir mal veya hizmet üretimi üzerindeki tekelci kontrolü
salt müzik, bir hikâyeyi vb. canlandırmayıp sırf ses ve âhenge dayanan müzik.
taahhüdün şartsız yerine getirilmesini öngören yükümlülük
bir şeye hem zilyet hem de malik kişi
kendi rızası olmadan elinden alınamayacak bir şeyin mülkiyeti
affeden tarafça herhangi bir şartın koşulmadığı af
(a) sesin frekansı/perdesi, (b) ses perdesini tanıyabilme veya aynı perdede ses çıkarabilme yeteneği.
mutlak basınç
Noun, Physics
mutlak (reddedilemeyecek) karine
doğrudan para birimi miktarı ile ifade olunan mal ve hizmet fiyatı
bir tasfiye halinde veya şirketin yeniden teşkilat düzenlemesine tabi tutulduğu durumlarda alacaklı haklarının
hissedarların özvarlıklarından önce gel
öncelik ve rüçhan hakkının
ifşası caiz olmayan bilgiler
Noun
kişinin taşınır mallarda aynı zamanda bunların işgalinde yegâne ve münhasır hakkı olduğu mal
kayıtsız şartsız mülkiyet
herkese karşı serdedilebilen hak
mutlak ölçek, mutlak sıfır noktasını başlangıç alan ölçek.
kaynakların mutlak hacminin miktar olarak sabit olduğunu ve bir kez kullanıldı mı çoğunlukla bir daha
kullanılmayacağını ifade eder
mutlak tin
Noun, Philosophy
tapu sicilinde malik sıfatıyla kayıtlı kimsenin hukuki durumu
hiçbir tereddüde mahal vermeyen sahip olma hakkı
mutlak birimler
Noun, Mathematics
mutlak değer
Noun, Mathematics
verilerin kendi mutlak formunda işlendiği bilgisayar
fakat her zaman tek kutupsallıkta bir çıktı işareti üreten bir transdüktör
büyüklük olarak girdi işareti ve eşit
mutlak sıfır, devinimleriyle ısı üreten zerreciklerin tamamen devinimsiz kalacakları sıcaklık (bu sıcaklık -273°C dir).
mutlak sıfır
Noun, Chemistry
mutlak ihtiyaç davası
Noun