(a) bacak, baldır, diz kapağından ökçeye kadar olan kısım.
She's got nice legs: (O kızın) güzel
bacakları var. (b) but.
leg of mutton: koyun budu.
İsim, Anatomi
ayak, mobilya ayağı, bacak görevi gören şey.
İsim
(pantalon, vb.) bacak.
İsim
(pergel vb.) ayak.
the legs of a compass.
İsim
üçgenin yan kenarı, (dik üçgenlerde) dik kenar.
İsim
aşama, merhale, kademe.
The last leg of a trip.
İsim
geminin rota değiştirmeden aldığı yol.
İsim, Denizcilik
(spor yarışmalarında) bölüm.
Won the first two legs of horse racing.
İsim
(kriket) (a) oyuncunun sol ve gerisindeki alan, (b) bu alandaki oyuncu veya bunun pozisyonu.
İsim
reverans, diz bükme.
make a leg: reverans yapmak.
İsim
leg it: hızlı yürümek, koşmak.
Fiil
(sandalı) ayakla hareket ettirmek, pedallamak.
Fiil
sendikacıların başlattığı grev esnasında işi durdurmak istemeyen ya da grevdeki işçinin işini yapan veya
sendika üyesi olmayı reddeden işçi
fiyatı çok yüksek olmak
Fiil
kanatlı masa ayağı: açılır kapanır kanadı olan masanın kanadı açıldığı vakit altına konulan menteşeli ayak.
İsim
tutunacak bir dal bırakmamak, kıskıvrak bağlamak, çaresiz bırakmak.
(a) birisinin ata binmesine yardım etmek, (b) birisine yardımda/müzaherette bulunmak, kalkınmasına yardım etmek, desteklemek.
dayanağı/mesnedi olmamak, tutar tarafı olmamak, mesnetsiz olmak, savunulacak/müdafaa edilecek tarafı
olmamak, kuvvetli delilden yoksun olmak.
kabul ettireceği mazereti olmamak
Fiil
(alkollü içkinin sebep olduğu) kötürümlük
İsim
(krikette) oyuncunun (eli hariç) vücuduna değen top ile yapılan sayı.
oturmuş bir kişinin bacakları için yer
yardım, destek, takviye.
İsim
dizlik, dolak, dizlere ısıtmak için geçirilen giysi
İsim
yere eğilerek selam vermek
Fiil
dayanağı/mesnedi olmamak, tutar tarafı olmamak, mesnetsiz olmak, savunulacak/müdafaa edilecek tarafı
olmamak, kuvvetli delilden yoksun olmak.
iddialarını birer birer çürütmek, savunmasız bırakmak.
peg ile ayni anlama gelir. tahta bacak.
tahta bacaklı kimse.
İsim
takılmak, şaka yapmak, alay etmek, dalga geçmek,
argo matrak geçmek.
He didn't realized I was pulling his leg, he believed what I said.
takılmak, şaka/lâtife etmek, kızdırmak.
(a) acele etmek, (b) dansetmek.
Durum değişti; eski çamlar bardak oldu.