vurma, vuruş.
at one blow = at a (single) blow: bir vuruşta.
at first blow: ilk vuruşta.
direct blow: düz vuruş.
to strike a blow: vurmak, darbe indirmek.
İsim
(ânî gelen) bela, felaket, darbe.
His wife's death was a terrible blow to him: Karısının ölümü
ona müthiş bir darbe oldu.
a crushing blow: ezici bir darbe.
The first blow is half the battle: İlk dabeyi indiren kavganın yarısını kazanmış sayılır.
to aim a blow at someone's authority: birisinin otoritesine darbe indirmek.
İsim
ânî saldırı/hamle.
The invaders struck a blow to the south: İstilâcılar güneye saldırdılar.
İsim
(yel, rüzgâr) esmek.
It is blowing (hard): Rüzgâr (şiddetli) esiyor.
It is blowing a gale: Fırtına var.
rüzgârla sürükle(n)mek/hareket etmek/açılmak.
to blow a ship ashore: gemiyi kıyıya sürüklemek.
The door blew open: Kapı rüzgârla açıldı.
hohlamak, üflemek.
blow on your hands to warm them. to blow the dust off a book: kitabın
tozunu üflemek.
to blow out a candle: üfleyerek mumu söndürmek.
(nefesli sazlar) ses vermek, (ıslık) çalmak, (boru, klakson vb.) öt(tür)mek.
to blow a whistle:
ıslık çalmak.
The sire blew just as we rounded corner.
(atlar için) solumak, nefes nefese kalmak.
övünmek, böbürlenmek, şişinmek, yüksekten atmak.
He keeps blowing about his medals. to blow one's own horn: övünmek, kendini methetmek.
(su vb.) boşaltmak.
to blow the tanks of a submarine.
(balina) su fışkırtmak/püskürtmek.
(elektrik sigortası) atmak, (lamba vb.) yanmak.
A fuse blew as we set down to dinner.
(lâstik vb.) patlamak.
The rear tire blew out. Poorly sealed cans will often blow.
tüymek, çekilip gitmek, cızlamı çekmek, defolup gitmek.
Let's blow: Tüyelim.
to blow town: şehirden ayrılıp gitmek.
yaymak.
blow a rumor around.
sümkürmek.
to blow one's nose: sümkürerek burnunu temizlemek.
şişirmek, üfleyerek şekil vermek.
to blow glass: cam üflemek, üfleyerek cama şekil vermek.
to blow bubbles: üfleyerek sabun köpüğünden balon yapmak.
patlatmak, infilâk ettirmek, berhava etmek, havaya uçurmak.
A mine blew the ship to bits: Bir mayın gemiyi berhava etti.
(boş yere) para harcamak, israf etmek, çarçur etmek, heba etmek.
He blew a fortune on racing cars.
berbat etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak, acemice iş yapmak, bir çuval inciri berbat etmek,
ayıp içine sıçmak.
With one stupid mistake, he blew the whole project: Aptalca bir hata ile bütün projeyi berbat etti.
(rüzgâr, basınçlı hava vb.) üfleme.
to clean machinery with a blow.
İsim
şiddetli esinti: rüzgâr, fırtına, bora vb.
One of the worst blows we ever had around here.
İsim
(nefesli sazı üfleme.
İsim
çevirgece (konvertere) hava üfleme.
İsim
çiçeklenme(k), çiçek açma(k).
çiçekler.
a honeysuckle in full blow: top top çiçekler açmış hanımeli.
parlak ve göze çarpan renk kaynaşımı.
a rich, full blow of color.
biri için ağır bir darbe olmak
Fiil
elle öpücük göndermek
Fiil
birşeyin yanlış olduğunu kanıtlamak
Fiil
birinin aklını başından almak
Fiil
birini çok heyecanlandırmak
Fiil
birini rahatlıkla yenmek
Fiil
birini çok sevindirmek
Fiil
birini kolayca alt etmek
Fiil
birini kolayca saf dışı bırakmak
Fiil
birini çok mutlu etmek
Fiil
(a) izabe fırınının faaliyetine son vermek, (b) devirmek, yıkmak.
The storm blew the trees down.
saçları kuruturken şekil vermek
Fiil
saç kurutma makinesi
İsim, Kişisel Bakım ve Hijyen
cam üflemek
Fiil, Cam Sanayii
çok şiddetli esmek.
The wind was blowing great guns and the big waves beat the shore.
fırtına kopmak, (rüzgâr) çok şiddetli esmek, tozu dumana katmak.
duraksamak, kararsız olmak, sık sık fikir değiştirmek, bir dediği bir dediğine uymamak, kâh öyle kâh
böyle demek.
He blew hot and cold about accepting the proposal.
bir dediği bir dediğini tutmamak, kâh öyle kâh böyle söylemek/davranmak, hem lehinde hem aleyhinde bulunmak.
(a) çıkagelmek, ansızın gelivermek.
My uncle just blew in from Toronto. (b) çarçur/israf etmek,
boş yere harcamak.
He blew in his entire savings on horse races. (c) (rüzgâr) kırmak, sökmek, içeri girmek.
The wind blows in at the window.
bir yerde bitivermek
Fiil
bir yerde aniden ortaya çıkmak
Fiil
cam kalıbı: içine cam üflenerek şekil verilen menteşeli kalıp.
İsim
(a) (istim) salıvermek, boşaltmak.
to blow off the steam. (b)
k.d. hiddetle parlamak, bağırıp
çağırarak öfkesini gidermek, hıncını almak, (c) (rüzgâr) alıp götürmek, uçurmak.
The wind has blown off his hat. (d) üflemek.
to blow off the dust: tozu üflemek.
biriyle randevuya gitmemek
Fiil
birini dikkate almamak
Fiil
birşeyi dikkate almamak
Fiil
(a) ağzına geleni söylemek, içini boşaltmak, ağzını açıp gözünü yummak, verip veriştirmek, (b) fazla
enerjiyi harcamak, istim salıvermek/boşaltmak.
(a) beynine kurşunu sıkmak, beynini patlatmak, intihar etmek, (b)
argo kafa patlatmak, çok sıkı
çalışmak.
He blew his brains out to pass the exam.
itidalini/soğukkanlılığını kaybetmek, birdenbire parlamak.
rolünü unutmak veya yanlış yapmak/okumak.
(uyuşturucu madde vb. ile) aklını/idrakini bozmak, sapıttırmak, (b) aşırı zevk vermek veya almak, mest
etmek/olmak, kendinden geç(ir)mek.
(a) esrar etkisiyle kendinden geçmek, (b) deli etmek, şaşkına çevirmek.
kendini methetmek, övünmek, böbürlenmek.
böbürlenmek, şişinmek, övünmek, kendini övmek/methetmek.
kendi borusunu öttürmek, kendini övmek, övünmek.
itidalini kaybetmek, çok öfkelenmek, tepesi atmak, zıvanadan çıkmak.
When he came in and saw the mess, he blew his stack.
tepesi atmak, son derece öfkelenmek.
(a) tepesi atmak, çok öfkelenmek, köpürmek, (b) aklını kaçırmak, delirmek.
We thought that he must have have blown his top to make such a fool of himself.
(a) tepesi atmak, çok kızmak/öfkelenmek, (b) çıldırmak, delirmek, aklını oynatmak.
(a) sön(dür)mek.
The candles blew out at once. (b) (fırtına vb.) dinmek, hafiflemek.
The storm has blown itself out. (c) (petrol veya gaz kuyusu) kontrol edilemeyecek şekilde petrol/gaz kaçırmak, (d) (izabe fırınını boşaltıp temizleyerek) faaliyetine son vermek, (e) şişirmek.
to blow out one's cheeks: avurtlarını şişirmek, (f) boşaltmak, çıkarmak.
to blow the air out (from gas pipes, etc.): (gaz borularının vb.) havasını boşaltmak/çıkarmak.
to blow out a boiler: kazanın suyunu boşaltmak. (g) (rüzgârla) uçmak, uçup gitmek.
My paper blew out of the window.
(a) (fırtına, tipi) dinmek.
The storm blew over in 5 minutes. (b) unutulmak.
The scandal will eventually blow over: Skandal, eninde sonunda unutulacaktır.
kesinlikle yalanlamak
Fiil
birine öpücük göndermek
Fiil
birine eliyle öpücük göndermek
Fiil
birini saf dışı bırakmak
Fiil
birini arkada bırakmak
Fiil
birinin beynini uçurmak
Fiil
birinin beynini patlatmak
Fiil
birinin aklını başından almak
Fiil
birşeyi patlatarak yok etmek
Fiil
birşeyi havaya uçurmak
Fiil
başını dinlendirmek, hava almak.
Let's go for a walk and blow the cobwebs away.
sırrı açığa vurmak, ifşa etmek.
bir sırrı birdenbire açıklamak, başkalarının sırrını bulup meydana çıkarmak.
bir sırrı ortaya çıkarmak
Fiil
birşey üzerindeki sis perdesini aralamak
Fiil
bir sırrı açığa vurmak
Fiil
(uyuşturucu madde vb. ile) aklını/idrakini bozmak, sapıttırmak, (b) aşırı zevk vermek veya almak, mest
etmek/olmak, kendinden geç(ir)mek.
(a) (bir kimsenin/kurumun işine devamına) engel olmak, durdurmak, (b) muhbiri ele vermek, (c) herkese
duyurmak, açıklamak, etrafa yaymak, ihbar etmek, gammazlamak.
to blow the whistle on a conspiracy: suikast teşebbüsünü ihbar etmek.
pürmüz
İsim, Gıda ve Mutfak
(a) çıkmak, zuhur etmek, patlak vermek.
A storm blew up: Fırtına çıktı.
It is blowing up for a gale: Kasırga çıkıyor. (b) patlamak, havaya uçmak, berhava olmak.
The ship blew up. (c) patlatmak, havaya uçurmak, berhava etmek, atmak.
to blow up a bridge: bir köprüyü atmak/havaya uçurmak. (d) abartmak, şişirmek, mübalâğa etmek.
He blew up his own role in the account of the battle. (e)
k.d. çok kızmak, öfkelenmek, tepesi atmak, parlamak, köpürmek, küplere binmek.
When he heard she was going to quit the school, he simply blew up. (f)
k.d. azarlamak, paylamak, haşlamak, (g) şişirmek.
to blow up a tire. (h) (fotoğrafı) büyütmek, agrandisman yapmak, (i)
mat. (işlev) sonsuza uzanmak.
bir gemiyi havaya uçurmak
Fiil
büyük başarısızlığa uğramak, yüzüne gözüne bulaştırmak.
soğukkanlılığını kaybetmek, tepesi atmak, zıvanadan çıkmak, sinirlenmek.
He blew his cool: Tepesi attı.
rakibin gövdesine indirilen yumruk.
(rezaleti/skandalı/yolsuz işleri) açıklamak, açığa vurmak, gözönüne sermek,
k.d. kirli çamaşırları
ortaya dökmek.
The newspaper articles took (or blew) the lid off his illegal activities: Gazeteler onun yaptığı yolsuzlukları açıkladılar.
(boksta) belden aşağıya vurulan yumruk.
İsim
kalleşlik, sinsice/kahpece hücum/davranış.
İsim
ağır derbe, pek şiddetli vuruş.
birşeye darbe vurmak
Fiil
birşeyi sekteye uğratmak
Fiil
birşeyi kesintiye uğratmak
Fiil
birşeyi sekteye uğratmak
Fiil
birşeye darbe vurmak
Fiil
birine yardımcı olmak için birşey yapmak
Fiil
biri için harekete geçmek
Fiil
birine yardımcı olmak için harekete geçmek
Fiil
birşeye yardımcı olmak için harekete geçmek
Fiil
birşey adına harekete geçmek
Fiil
birşey için harekete geçmek
Fiil
birşeye adına birşey yapmak
Fiil
çıkıp hava almak, hava almak için gezinmek.
zahmetsizce, kavgasız gürültüsüz, bir kurşun atmadan, kimsenin burnu kanamadan.
The military coup was accomplished without striking a blow: Askerî darbe, kimsenin burnu kanamadan başarıldı.