birisinin söylediklerine inanmak. 
 take my word for it! sözüme inan!
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        hakketmek, lâyık olmak, müstahak olmak, 
 argo çanak tutmak.  
He asked for a beating: Dayağı 
 hakketti. 
 He has been asking for it: Bunu hakketti/lâyığını buldu. 
 to ask for trouble: belasını aramak.
                        
                        
                     
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        cezasını çekmeye hazır ol
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        
 for it 
 Brit.: (püsküllü) bela, baş belası. 
 We're in for it: Şimdi hapı yuttuk = Çattık belaya!
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        onu köşe bucak aramak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        gözcülerin dikkatleri başka yerdeyken birden fırlayıp kaçmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        yersiz/ uygunsuz söz, yetersiz ifade.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        başka çare yok. 
 With the bridge destroyed, there was nothing for it; we had to swim: Köprü yıkıldığından 
 yüzmekten başka çaremiz kalmamıştı.
                        
                        
                     
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        Bana inanınız. Sizi temin ederim.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        birinin dediğine inanmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        onu tasvir etmeye yetmeyecek söz
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        üstüne bir bardak su içmek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        araba alıp bedelini aylık taksitlerle ödemek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        araba alıp bedelini taksitlerle ödemek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        Haydi bakalım! 
 You're for it! İşin iş! Keyfin kekâ!
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        biraz daha aşağı olmaz mı
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        eğlenmek/gönül eğlendirmek/hoş vakit geçirmek için, zevk için. 
 He's learning French for fun.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        sırf zevk için, lâf/iş olsun diye. 
 Then we decided to go swimming at midnight just for the hell of it.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        ne (pahasına) olursa olsun.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kin/garez beslemek, kinci olmak. 
 She has it in for me because I didn't invite her.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (birisine) kin beslemek/diş bilemek.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        İstiyorsan senin olsun/Dilediğin zaman senindir.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        Kendi iyiliğin için.
                        
Cümle, Deyim                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        Senin iyiliğin için.
                        
Cümle, Deyim                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        Yemek zamanıdır. 
 a train for Paris: Paris treni (Parise giden tren).  
What for? Ne için? 
 
 What did you that for? Bunu niçin yaptın? 
 What's this knife for? Bu bıçağın işi ne? 
 What's the German for bread? Ekmeğin Almancası nedir?
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        … olmasa idi. 
 If it hadn't been for the snow, we could have climbed tha mountain: Kar olmasaydı dağa tırmanabilirdik.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        benden kuşkulanılması acı geldi
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kolay kazanılan para, 
 argo anafor.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        tatsızlığa/anlaşmazlığa/nahoş olaya yol açmak, rahatını/huzurunu kaçırmak, başını belaya sokmak. 
 make  a place hot for someone: bir yeri bir kimse için cehenneme çevirmek/zindan etmek/durulamaz hale getirmek.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kötü davranarak veya güçlükler çıkararak birinin tahammülünü yitirip gitmesine neden olmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        .: anasından emdiğini burnundan getirmek.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        Her işte bir hayır vardır.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        işe yarasın yaramasın fikrini söylemek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        sorgusuz sualsiz kabul etmek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        doğru olduğunu varsaymak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        İstiyorsan senin olsun/Dilediğin zaman senindir.