durum, hal, keyfiyet, vaziyet. You should consider every possible circumstance.
circumstances: koşul(lar), şart(lar). The circumstances forced me to accept a very low price when I sold the house.
(a) ayrıntı, teferruat. Cost is a minor circumstance in this case. (b) delil. The circumstances suggest the murder.
circumstances: durum (maddî refah, geçim, zenginlik, fakirlik gibi). my worldly circumstances:
malî/geçim durumum. to be in easy circumstances: hali vakti yerinde olmak, geçim durumu iyi olmak. He seems to be in easy circumstances since he had his pay increase.
olay, vak'a, hadise. His arrival was a fortunate circumstance. The police want to consider each circumstance
in turn. circumstances alter the case: Olaylar kararları değiştirir.
ayrıntı, tafsilât, dolambaçlı/gereksiz izahat.
tören, merasim, debdebe, tantana, gösteriş. with pomp and circumstance: büyük tören/debdebe/tantana ile.
belirli koşullara/şartlara maruz bırakmak, … durumuna düşürmek.
(a) ayrıntılarını göstermek, ayrıntılı olarak açıklamak, (b) koşulları/şartları kontrol etmek, onlara yön vermek.