tüyleri ürpertmek.
His story about dead people leaving their graves at night really made my flesh creep.
tüylerini ürpertmek.
It makes my flesh creep.
one's pound of flesh: (birinin) boynunun borcu/vecibesi.
ürpermiş/tüyleri diken diken olmuş deri.
goose bumps, goose pimples, goose skin ile ayni anlama gelir.
Noun
(a) kendisi, cismi, maddî varlığı, görünen/elle tutulan hali.
He's nicer in the flesh than in his photographs. (b) canlı, yaşayan, (c) gerçekte, hakikatte.
yasal ama ahlaki olmayan bir talep
el sıkmak (bir adayın seçmenler arasında herhangi bir tür beden teması
yara içinde/etrafında mantar gibi şişmiş et.
Noun
nesil, soy, zürriyet, evlât, yakın akraba, kan ve can.
one's own flesh and blood: bir kimsenin
öz evlâdı (kanı ve canı).
I must help them because they are my own flesh and blood: Onlara yardım etmeliyim, zira onlar benim akrabamdır.
Noun
insan, beşer, can, varlık.
more than flesh and blood can endure: insanın dayanamayacağı kadar,
beşer tahammülünün üstünde.
It's more than flesh and blood can stand: Buna can dayanmaz.
Noun
et sineği
(Sarcophagidae): yumurtalarını etin üzerine bırakan karasinek.
Noun
(kırmızı) et (tavuk, kuş, balık eti hariç)
Noun
(a) etlenmek, şişmanlamak, semirmek, (b) kanıtlamak, ispatlamak, delil/bürhan göstermek.
He fleshed out his arguments with solid facts.
bir pazarlama teşkilatını geleceğe yönelik olarak zenginleştirmek
Verb
sathî/hafif yara: kemiğe/iç organlara işlemeyip yalnız etli kısmı etkileyen yara.
Noun
tüylerin diken diken olması
külrengi et sineği
(Sarcophaga carnaria): larvalarını hayvan ölüsü veya et üzerine bırakan sinek.
Noun
Hiçbir özelliği yok/Ne olduğu belirsiz.
tüylerini ürperttirmek
Verb
birinin tüylerini diken diken etmek
Verb
tüylerini diken diken etmek
Verb