mean

  1. Verb niyetlenmek, niyet etmek, istemek.
    I mean to talk to him about the meeting: Onunla toplantı hakkında
    konuşmak istiyorum/niyetleniyorum.
    without meaning it: istemeden, kasıtsız olarak.
  2. Verb kararlaştırmak, tasarlamak.
    It is meant for you: Bu sizin için.
    meant for a storeroom: depo olarak dasarlanmış.
  3. Verb amaçlamak, kastetmek, (demek) istemek.
    He means no harm: Kötülük kastetmiyor (kötü bir maksadı
    yok).
    That remark was meant for you: Bu ihtar sana idi (seni amaçlıyordu).
    What do you mean (by that): Ne demek istiyorsun? (Neyi kastediyorsun? Maksadın nedir?).
    I didn't mean to be rude: Bu kabalığı isteyerek yapmadım.
  4. Verb anlamında olmak, anlamı/manası … olmak, … demek, ifade etmek.
    The French word “

    oui

    means “yes”: Fransızca “
    oui ” kelimesi “evet” demektir.
    The word “freedom” means many things to me: “Hürriyet” kelimesi benim için çok şeyler ifade eder.
    What is that look supposed to mean? O bakışın anlamı ne? (O bakışla ne demek istiyorsun?).
  5. Verb … demek, sonucunu doğurmak, sonucuna ulaştırmak, gerçekleştirmek, mümkün kılmak.
    This bonus means
    that we can take a trip to Florida: Bu ikramiyeyi alınca Floridaya gidebiliriz.
  6. Verb (bir kimseye karşı belirli bir) niyet beslemek, niyetinde olmak.
    I mean to be friendly with you:
    Seninle dost olmak niyetindeyim.
  7. Verb (değerinde) öneminde) olmak, demek olmak, önem taşımak.
    Money doesn't mean happiness: Para mutluluk
    demek değildir.
    It doesn't mean much: Çok önemi yok.
    I can't tell you what it meant to me: Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu anlatamam.
    You mean everything to me: Sen benim herşeyimsin.
  8. Verb niyetlenmek, tasarlamak, kurmak, (ciddî olarak) düşünmek.
    I mean this book for you: Bu kitabı
    sana vermeyi düşünüyordum.
    What do you mean to do: Ne yapmak niyetindesin? (Ne yapmayı düşünüyorsun/tasarlıyorsun?)
    You don't really mean it: Şaka yapıyorsun(uz)/Gerçekten böyle yapmayı düşünmüyorsun(uz).
  9. Verb (sözünde/kararında) ciddî olmak, sözünün eri olmak, şakası olmamak.
    I mean what I say: Ciddî söylüyorum/sözümde
    ciddîyim/lâf olsun diye söylemiyorum.
    The boss means what he says about strikes.
  10. Adjective âdi, bayağı, basit, alelâde.
    The shoes were of mean quality. He has some mean job at the local factory.

    no mean: (a) alelâde değil, mükemmel, eşi az bulunur, önemli.
    He is no mean scholar: Önemli bir bilgindir.
    He's no mean cook: Mükemmel bir aşçıdır. (b) zor, güç, çetin.
    no mean task: çetin/zor iş.
  11. Adjective (a) alçak(ça), aşağılık.
    a mean trick: alçakça bir hile.
    take a mean revenge: alçakça öcünü
    almak. (b) soysuz, asaletsiz.
    a peasant of mean birth.
  12. Adjective önemsiz, değersiz, ehemmiyetsiz, kıymetsiz.
    mean little details.
  13. Adjective kirli, pis, kılıksız, pejmürde, yoksul, fakir.
    meaner quarters of the city: şehrin fakir mahalleleri.

    They could only afford the meanest of rooms in a poor area: Paraları fakir bir semtte son derece pis bir oda kiralamaya yetiyordu.
  14. Adjective rezil, alçak, düşük, pespaye, namert, menfur, ahlâksız.
    mean thoughts/ character: namert düşünceler/karakter.

    How could anyone be so mean? İnsan nasıl bu denli alçalabilir?
  15. Adjective pinti, cimri, hasis, nekes, eli sıkı.
    mean about money: para hususunda cimri.
    He is a mean
    man to do business with: Hasisin biridir, onunla iş yapılmaz.
  16. Adjective (a) bencil, küstah, mütecaviz, (b) kötü, fena, insafsız.
    I felt mean not letting her go: Onun
    gitmesine engel olmakla insafsız davrandım.
  17. Adjective huysuz, musibet, başbelası, zaptolunmaz, tehlikeli, zor, başa çıkılmaz.
    a mean horse/animal. That's
    a mean dog, be careful it doesn't bite you. a mean drunk man.
  18. Adjective şahane, nefis, mükemmel, kusursuz, yaman, dehşetli.
    He plays a mean game of golf. Plays a mean trumpet.
  19. Adjective (a) utangaç, çekingen, mahcup, (b) mahcup/rezil olmuş, utanmış.
    to feel mean (about something): (bir şeyden) utanmak.
  20. Adjective keyifsiz, rahatsız, hasta.
    I feel mean today: Bugün keyifsizim.
  21. Adjective çetin, güç, tehlikeli.
    a mean corner to cross.
  22. Adjective bön, budala, aptal, salak.
  23. Noun gen.
    means: araç, vasıta, usul, yöntem, yol, çare, vesile.
    means of transport: taşıtlar,
    ulaşım araçları, nakil vasıtası.
    Taking a plane is the quickest means of getting there. Use any means to secure peace.
    means to an end: gayeye ulaştıran vasıta.
    The end justifies the means: Gaye vasıtayı meşru kılar.
  24. Noun orta, vasat.
    the golden mean: her şeyin kararı, ikisi ortası, ideal olan şey.
  25. Noun, Mathematics ortalama (değer), vasatî, sayıbilgisel ortalama.
    mean curvature: ortalama eğrilik.
    mean deviation:
    ortalama sapma.
    mean value: ortalama değer.
    arithmetic mean: sayısal/sayıbilgisel ortalama.
    geometric mean: uzambilgisel/geometrik ortalama.
    harmonic mean: uyumlu ortalama. (b) (orantıda) içler (1 ve 3'üncü terim).
  26. Noun, Statistics
    expected value ile ayni anlama gelir. beklenen değer.
    mean range: ortalama genişlik.
    mean-square
    deviation: ortalama üstikisel sapma.
    mean-square error: ortalama üstikisel yanılgı.
  27. Noun, Logic (tasımda) küçük öncül, orta terim.
  28. Adjective orta, vasat.
  29. Adjective ortalama, vasatî.
    mean distance: ortalama uzaklık.
    mean pressure: ortalama basınç.
    mean
    temperature: ortalama sıcaklık.
    mean time: ortalama güneş saati.
    Greenwich mean time: Grinviç ortalama güneş saati.
    mean sea level: ortalama deniz düzeyi.
vasiyetinde kızına bir ev bırakmayı düşünmek Verb
oğlunu kendisine halef olarak düşünmek Verb
sayıbilgisel ortalama, aritmetik ortalama.
sayı ortalaması
aritmetik ortalama
uzambilgisel ortalama:

n
pozitif sayının çarpımının

n
'inci mertebeden kökü
bunların uzambilgisel ortalamasıdır.
ılım(lılık), itidal, ifrata kaçmayış, makul ve ılımlı tutum. Noun
golden section. Noun
altın bölüm: a/b = b/(a+b) bağıntısını sağlayan a ve b uzunlukları veya kenarları bunlarla orantılı olan şekil. (a/b = 0.618 dir). Noun
harmonik ortalama
yani
aylık ortalama
ortalama ağırlık
vasat ağırlık
biri için çok şey ifade etmek Verb
biri için çok şey ifade etmek Verb
alçakca davranış
alçakça davranış
ortalama
ciddî olmak, şakası olmamak, azimli ve kararlı olmak.
When she says she is going to get good marks, she means business.
niyetinde ciddî/kararlı olmak, (yapmaya) azmetmek, şakası olmamak.
ortalama kapasite
aşağılık karakter
şamatalı pis rekabet
haksız rekabet
orta yol
alçakca işlenen suç
alçakça işlenen suç
ortalama sapma.
ortalama mesafe
ortalama uzaklık
ortalama su çekimi
ortalama vade günü
ortalama süre
ortalama verim
ortalama randıman
bkz
orta yükseklik
kağşamış ev
fakirhane
kötü niyet beslemek, niyeti kötü olmak.
ortalama artış
bayağı adam
aşağılık
yeknesak iş
(US) tatsız
ortalama ömür
itibarıni kaybetmek demek Verb
itibarını kaybetmek demek Verb
ortalama su düşüklüğü
kötülük yapma kastı olmamak Verb
kasti olmamak Verb
kasti olmamak Verb
kötü niyeti olmamak Verb
ortalama sayı
ortalama verim
ortalama basınç
orta oranlı, geometrik ortalama, iki sayının çarpımının karekökü. Örneğin a/x = x/b de x sayısı a ile b arasında orta oranlıdır. Noun
aşağı seviye
adi aşağılık herif
aşağılık herif
ortalama döviz kuru
ortalama onarım zamanı
ortalama güneş günü. Noun
astronomik saat, güneş saati: güneşin tam tepede bulunduğu ardışık iki an arasını 24 saat addederek hesaplanan zaman.
ortalama güneş saati. Noun
ortalama spot kuru
sefillerin oturduğu sokaklar Noun
Arka Sokaklar Proper Name, Cinema
ortalama güneş: gök ekvatorunda düzgün hızla hareket eden ve yıllık devrini hakikî güneşle aynı zamanda tamamlayan sanal güneş. Noun
yoksul mahalleler Noun
sefil çehreler Noun
ortalama dara
ortalama ısı derecesi
yerel vasati saat
ortalama zaman
vasati zaman
vasati güneş saati
düşünmek Verb
niyetlenmek Verb
niyet etmek Verb
hedeflemek Verb
amaçlamak Verb
istemek Verb
aşağılık oyun
ortalama değer
-e karşı iyi niyet beslemek, kötü maksadı olmamak.
He means well: Kötü bir niyeti yoktur/hüsnüniyet
sahibidir.
He means well by you: Size karşı iyi niyet besliyor.
biri için iyi niyet beslemek Verb
... ... olarak anlaşılmalıdır. Law
... ... olarak yorumlanmalıdır. Law
aşağılık tip
alçakca davranmak Verb
alçakça davranmak Verb
hatırı sayılır bir bilgin olmak Verb
kendini beğenmek Verb
Ciddiyim. Sentence
Şaka yapmıyorum. Sentence
Samimi söylüyorum. Sentence
Yani,
bu ara da
mahalli ortalama saat
yerel vasati saat
çok iyi sanatçı
büyük sanatçı
çok iyi şehir
soylu olmayan yoksul aileden gelme
ortalama karekök: bir dizideki sayıların kareleri ortalamasının karekökü.
kıs.:
rms. Noun
Öyle demek istemedi.
birinden alçakca yararlanmak Verb
birinden alçakça yararlanmak Verb
Ne demek niye?
Ne demek istiyorsun?
Ne demek? Sentence, Language-Literature
Bu ne anlama geliyor?
Ne demek istiyorsun?
(ortalama) Grinviç saati. Noun