one

  1. bir.
    Only one person: yalnız bir kişi.
    page one: birinci sayfa.
  2. tek, biricik, yegâne.
    You are the one man I can trust: Güvenebileceğim tek adam sensin.
  3. (herhangi) bir.
    one evening this week.
    I saw him one day last week: Onu geçen hafta bir
    gün gördüm.
    one summer day: bir yaz günü.
  4. bir, bütün, birleşik, birlik (halinde), aynı, birleşmiş.
    They held one opinion: aynı fikirde idiler.

    one nation, indivisible: bölünmez, birleşmiş bir millet.
    They replied in one voice: Hep birlikte/bir ağızdan cevap verdiler.
  5. … adında biri/bir kimse.
    one John Smith was elected: John Smith adında biri seçildi.
  6. bir rakamı/sayısı, birim.
  7. biri, birisi, bir tane(si), bir tek kişi/şey.
    There is only one left: Bir tane kaldı.
    one of:
    (içlerinden) birisi.
    one of a group: gruptan bir kişi.
    one at a time: birer birer.
  8. (oyunlarda) birli.
  9. bir dolarlık banknot, bir papel, teklik.
  10. (Yeni Platonculukta) bütün varlıkları meydana getiren tek kaynak.
  11. Pronoun bir kimse/şey, biri.
    one of the poets: şairlerden biri.
    one of the poems was selected for the
    book: Kitap için şiirlerden biri seçildi.
  12. Pronoun şahıs, kişi.
    He's a quiet one: Sessiz bir kişidir.
    our loved ones: sevdiklerimiz.
    He's
    a knowing one: Çok bilmişin biridir.
    I am not the one waste time: Vaktini boşa geçirecek kimse değilim.
    the old ones: yaşlı kişiler, yaşlılar.
  13. Pronoun insan (herhangi bir kimse).
    In time, one just gets fed up: Zamanla insan bıkıveriyor.
    When
    one thinks: Düşünüldüğü zaman/insan düşündüğü zaman.
    one must work hard to achieve success: Başarıya ulaşabilmek için sıkı çalışmak gerekir.
  14. Pronoun aynı/tek şahıs/kişi.
    Dr. Jekyll and Mr. Hyde were one and the same.
rakiplerinden bir hamle önde olmak Verb
çevreyle daha yakın ilişkiye girmek Verb
etüdlerini tek bir konuya hasretmek Verb
çileden çıkarmak, çıldırtmak, deli etmek.
dünya alem Noun
(a) bir kimsenin kusurunu yüzüne vurmak, (b) aklını başına getirmek.
işverenine işten ayrılma niyetinde olduğunu bildirmek Verb
birçok seçeneği olmak Verb
oynayacak çok kozu olmak, bir sürü gizli plânları/düzenleri olmak.
aklı başında olmak Verb
işi kendisi için biçilmiş kaftan olmak Verb
işi başından aşmak, işi çok zor olmak.
Tam adını koyamıyorum. Sentence, Idioms
Tam nedir bilmiyorum. Sentence, Idioms
Net bir şekilde tanımlayamıyorum. Sentence, Idioms
gözünü ayırmamak, gözünden kaçırmamak için dikkatle bakmak.
The bird watcher kept his eyes peeled for birds. Verb
hayatımın aşkı Noun
midesini bulandırmak Verb
parasını yanlış yere yatırmak Verb
kaçık
bir gecelik ilişki Noun, Sexuality
tek gecelik ilişki Noun, Sexuality
tek parti dönemi Noun, Politics-Intl. Relations
tek parti rejimi Noun, Politics-Intl. Relations
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek Verb
bütün sermayesini bir işe yatırmak, varını yoğunu tehlikeye atmak.
hayran bırakmak, meftun etmek, derin iz/intiba bırakmak.
dinleyicilerini büyülemek Verb
sözüne inanmak.
I took you at your word: sözün(üz)e inandım.
okurlarını sürüklemek Verb
kredi kartı limitini geçmek Verb, Banking
kredi kartı limitini aşmak Verb, Banking
haddini aşmak Verb, Idioms
fazla ileri gitmek Verb, Idioms
çizmeyi aşmak Verb, Idioms
haddini aşmak Verb, Idioms
fazla ileri gitmek Verb, Idioms
çizmeyi aşmak Verb, Idioms
A number 1 ile ayni anlama gelir. âlâ, mükemmel, birinci sınıf. The meals there are A-one:
Orada yemekler mükemmeldir.
mükemmel teçhiz edilmiş (gemi).
hepsi bir, farketmez.
(a) tamamen aynı, birbirinin aynı/tıpkısı/benzeri.
They are all one in their love of music. (b)
farksız, farketmez, eşit, aynı, bir.
It is all one to me whether you stay or go: İster kal, ister git, bence bir/farketmez.
her hangi
birlikte, bir bütün halinde, birlik ve âhenk içinde, anlaşmış, uyuşmuş, aynı fikirde.
The two judges
were at one about the winners.
üzerine atılmak Verb
bir olmak Verb
her biri
beheri
unutulmak Verb
her, her bir.
Every one of you will be personally responsible: Her biriniz şahsen sorumlu tutulacaksınız.
tonga
mandepsi
gözde
ilk başta
bir kere
(a) savurgan, müsrif, kolayca para harcayan, (b) bön, enayi, avanak.
(a) ilk/birinci olmak, başta gelmek, (b) evlenmek, birleşmek.
They were made one: Evlendiler.
dokunmak Verb
hiç kimse.
no one is home: evde hiç kimse yok. Pronoun
kendi (öz şahsı), kendi(si), öz(ü), benlik.
Look out for number one: Kendi çıkarına bak.
Don't
always think of number one: Hep kendini düşünme (bencil olma).
birinci, en âlâ, en iyi, en önemli.
ilk, birinci, bir numaralı, en başta gelen.
Our number one difficulty.
He is public enemy number
one: Bir numaralı halk düşmanıdır.
ağız açtırmamak Verb
başlangıç noktası, ilk fikir/durum vb.
go back to square one: başlanılan yere dönmek, yeniden
başlamak.
If this plan fails, we'll have to go back to square one.
hangisi
sataşmak Verb
çocuk.
(hayvan) yavru.
birbirini, birbirine.
Love one another: Birbirinizi seviniz.
Help one another: Birbirinize yardım ediniz.
birbirni.
They love one another: Birbirlerini seviyorlar.
herbiri, birbir(ler)i(ni).
They struck at one another: Birbirlerine vurdular.
They were in
one another's way: Birbirlerinin yolu üzerinde idiler.
Pronoun
birer birer, birbiri ardından/ardınca, birbiri peşinden.
adet
bir gün evvel
birer
tek gözlü
tek kat
çeyrek
(US) kolay iş
çocuk oyuncağı
teklik
aylık senet
bir kerelik yapılan
tekrarlanmayan
basının politik partilerden yalnızca biriyle ilgili haberler vermesi ya da tek partiyi tutması
herkesin oy hakkının eşit olması
bir ters bir yüz
tek fiyatla satış yapılan dükkân
bir konuda bir kere yayınlanan dergi. Noun
aktörün sahneye bir defa çıkması. Noun
bir kaşık
bir yıllık hapis cezası
bir aktifin ya da yatırımın işlemeye başlaması
birebir
üstün, baskın, avantajlı durumda. Adjective
rakibinden bir sayı ileride. Adjective
birer, her birine bir sayı.
The score was one up in the ninth inning. Adjective
üstünlük sağlama
üste çıkma becerisi
uluslararasıcılık
tek dünya
liberal
bir kişinin oynadığı ya da önemli olduğu sahne oyunu veya sirk
imza koymak Verb
uygun zamanında
yanında
amaca varmak Verb
gelirini artırmak Verb
sözlerini teyit etmek Verb
saatine bakmak Verb
mevkiini belirtmek Verb
ziyaret etmeyi bırakmak Verb
malını mülkünü mirasçılar arasında paylaştırmak Verb
abonmanı bırakmak Verb
sesini yükseltmek Verb
aşırı taleplerde bulunmak Verb
bir bir incelemek Verb
binaya ilaveler yapmak Verb
yardıma muhtaç olmadan bir işi başarmak Verb
kendi eşyasını kendi tedarik etmek Verb
bir an için
hayatını tehlikeye atmak Verb
hayatını tehlikeye atmak Verb
gemisine katılmak Verb
vadesinde ödemek Verb
(tehlike karşısında) soğukkanlılığını korumak, paniğe kapılmamak.
When Tim heard the fire alarm he
kept his head and looked for the nearest exit.
Verb
tanışmak Verb
masraf kısmak Verb
davasını kaybetmek Verb
bayrak indirmek Verb
mahkeme huzuruna çıkmak Verb
sıvışmak Verb
vasiyetnamesini yazmak Verb
vefat etmek Verb
yükümlülüklerini yerine getirmek Verb
adımını sıklaştırmak Verb
hedefine isabet ettirememek Verb
karakter oluşturmak Verb
ailesini ihmal etmek Verb
halk arasındaki şöhretini sürdürmek Verb
artık ruhunu sıkmıyor
mektuplarını açmak Verb
dükkânını açmak Verb
saçlarını ayırmak Verb
geçmek Verb
borcunu ödemek Verb
hesabını görmek Verb
görevini yerine getirmek Verb
ipi koparmak Verb
işinıbırakmak Verb
vicdanını yoklamak Verb
oyunu kullanmak Verb
masraflarını geri almak Verb
yaptığı masrafları geri almak Verb
üyeliğini yenilemek Verb
haklarından vazgeçmek Verb
kararını sonraya bırakmak Verb
servetine yeniden kavuşmak Verb
kendisine hâkim olmak Verb
imzasını atmak Verb
ziyaretlerini kesmek Verb
gözlerini yormak Verb
yetkisini aşmak Verb
vb ötürü soluğu kesilmek Verb
izne çıkmak Verb
izin isteyerek gitmek Verb
sorunları bir bir ele almak Verb
düşüncelerini açığa vurmak Verb
hıncını dökmek Verb
ölesiye
yerini boşaltmak Verb
sözlerini boşa harcamak Verb
kullandığı sözcükleri tartmak Verb
ilgi alanını genişletmek Verb
abonmanını bırakmak Verb
rızasını vermemek Verb
hayatını yazmak Verb