1. İsim kenar, sınır, hudut.
    The verge of a desert.
    on the verge of …: … üzere, …'e yakın, … eşiğinde
    / arifesinde.
    on the verge of a nervous breakdown: Sinir buhranının eşiğinde.
    He is on the verge of forty: Kırk yaşına basmak üzere, kırkına merdiven dayamış.
    on the verge of war: savaş arifesinde.
    She was on the verge
    of bursting into tears: Ağlamak üzere idi/Neredeyse ağlayacaktı.
  2. İsim asa, değnek.
  3. İsim çevre, etraf.
  4. İsim, Matbaacılık linotip makinesi kalıbını ayırma mandalı.
  5. İsim saat pandülünün mili.
  6. Fiil hudut teşkil etmek.
  7. Fiil
    verge to/toward: yönelmek, meyletmek, -e doğru gitmek.
    The economy verges toward inflation.
  8. Fiil batmak, dalmak, bayır aşağı kaymak.
bir mahkemenin yetki dairesi İsim
yaklaşmak, sınırında/hemhudut olmak.
The situation verged on disaster. Our property verges on theirs.
Her strange behavior sometimes verges on madness.
dark grey, verging on black: siyaha çalan koyu kurşunî.
yeni bir savaşın eşiğinde olmak Fiil
bir facianın eşiğinde olmak Fiil
savaşın eşiğinde
felaketin eşiğinde
ağlamak üzere
felaketin eşiğinde
iflas etmek üzere olmak Fiil
meclisin yetkisi dahilinde