soğukkanlılığını kaybetmek, tepesi atmak, zıvanadan çıkmak, sinirlenmek. 
 He blew his cool: Tepesi attı.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        şaşırmak, yolunu kaybetmek, ne yapacağını bilememek.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) yerini/mevkiini kaybetmek, (b) tekrar milletvekili seçilmemek, (c) attan düşmek.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kıyamet koptu, ortalık birbirine karıştı. 
 hell let loose: cehennemden bir örnek.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kaçmak, boşalmak, firar etmek, serbest kalmak. 
 One of the tigers in the zoo has broken loose (=escaped from its cage).
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) (bağını/ipini vb.) kesmek/koparmak. 
 The thief hastily cut the boat loose from its anchor.  (b) (baskıdan vb.) kurtulmak, serbest kalmak. 
 The boy left home and cut loose from his parent's control. (c) 
 k.d. taşkınlık/sululuk yapmak.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) (bir durumdan/gruptan) ayrılmak, kurtulmak, serbest kalmak, ilişkiyi kesmek, (b) (tahakkümden/kontroldan 
 vb.) kaçmak, kurtulmak, sıyrılmak, yakayı sıyırmak, (c) işi ciddiye almak, sıkı davranmak. 
 After losing the first game, he really cut loose and won the second match easily. (d) 
 k.d. eğlenmek, cümbüş etmek, 5. 
 get loose: kurtulmak, serbest kalmak.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) riyakârca, ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) riyakârca ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        bir tahtası eksik olmak, delirmek, aklını oynatmak. 
 There's a screw loose somewhere: Bir yerde bir bozukluk var.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        bir tahtası noksan olmak, akıldan piyade olmak, aklı biraz noksan olmak.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) (birini/bir şeyi) salıvermek, serbest/başıboş bırakmak. 
 Children let loose from school. (b) 
 
 be let loose on: kolayca zarar vb. verecek durumda olmak, engel tanımamak, serbestçe (etki vb.) yapabilmek.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) kurtulmak, serbest kalmak, (b) kurtarmak, serbest bırakmak, salıvermek, çözüp koyvermek, (c) gevşemek, 
 çözülmek, sökülmek. 
 The guardrail let loose.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) (mahpus, sirk hayvanı vb.) açıkta, serbest, başıboş, kaçmış, ortalarda dolaşan, (b) 
 k.d. serbest, ahlâksız, iffetsiz.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) riyakârlık/ikiyüzlülük etmek, sözünde durmamak. 
 He played fast and loose with her affections: 
 Ona karşı sözünde durmadı (hisleriyle/sevgisiyle oynadı). (b) sorumsuzca/düşüncesizce davranmak, hiçe saymak.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        salıvermek, başıboş/serbest bırakmak.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        birini serbest bırakmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        birini özgür bırakmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        salıvermek, çözmek, serbest/başıboş bırakmak.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) bağları koparmak, serbest kalmak, (b) çekip koparmak/ayırmak.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        salıvermek, serbest bırakmak.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        bir davayı gıyap kararı ile kaybetmek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        boşta kalan top
                        
İsim, Futbol                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (US) herhangi bir hizibe bağlı olmayan kişi
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kullanılmadan duran sermaye
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (elektrik) gevşek kontakt
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        sarkan uç, bağlanmamış/kullanılmamış parça. 
 There's a loose end hanging from the hem.
                        
İsim                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        yarım kalmış/tamamlanmamış işler, henüz bir karara bağlanmamış ayrıntılar, çözülmemiş/halledilmemiş/izah 
 edilmemiş/müphem hususlar. 
 We've finished the main job, but there are still a few loose ends to tie up. There are too many loose ends in this case.
                        
İsim                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) noksanlık, bitmemiş/tamamlanmamış husus. 
 The committee's report was very good, but there are just  a few loose ends. (b) karışıklık, düzensizlik.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        küçük düşmek, itibarını kaybetmek, mahcup/rezil olmak, yüzü kalmamak. 
 When he failed to beat his opponent,  he felt he had lost face with his friends, who all expected him to win.
                        
                        
                     
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        birine güveni/itimadı kalmamak. 
 I've lost faith in him: Ona güvenim kalmadı.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        föy volan sistemiyle tutulan hesap
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        bir şey üzerinden para kaybetmek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kafası bir karış havada olmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        laf kalabalığı içinde kaybolmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        ambalajsız veya ambalajlı halde
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        bir işte kaybetmekden taraf olmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kendi başına duran paragraflar
                        
İsim                        
                    
                 
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        geniş tümce: bir/birkaç yan tümce uzatılmış tümce.  periodic sentence
                        
İsim                        
                    
                 
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        uykusu kaçmak, bir şeye ziyadesile üzülmek.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kurumcuk: hububatta 
 Ustilago türü mantarların sebep olduğu, taneleri toz haline getiren bir hastalık.
                        
İsim                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        toptan satış yapılan depo
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        Birdenbire kıyamet koptu.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        işsiz, âvare, boş, yapacak işi olmayan.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                         at a loose end): (a) işsiz güçsüz, âvâre.  
Can I help you? I'm at a loose end this morning.  (b) kararsız, gayesiz, şaşkın, ne yapacağını bilmeyen.
                        
                        
                     
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) kararsız, mütereddit (durumda), henüz bir plânı olmayan. 
 He has finished university, but is still  at loose ends about what he wants to do. (b) işsiz, boşta, işsizlikten canı sıkılan, ne yapacağını bilmeyen.
                        
                        
                     
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        her türlü kontrol dışına çıkmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        her türlü kısıtlamadan kopmak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kafadan çatlak olmak, aklından zoru olmak, bir çivisi gevşek olmak.
                        
                        
                    
                 
                
                
                
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        sorumsuz/saygısız davranmak, hiçe saymak, kıymet vermemek. 
 He played fast and loose with her affections.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kaygısızca hareket etmek
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        biriyle kedi fare oyunu oynamak
                        
Fiil                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) dizgini bırakmak, atı dizginsiz sürmek, (b) 
 mec. (birisine) müsamaha göstermek, hoşgörmek, 
 hoşgörür/müsamahakâr davranmak.