(a) dövmek, vurmak.
to beat someone with a stick: birisini sopa ile dövmek.
to beat someone black and blue: kemiğini kırarcasına dövmek.
to beat on the door: kapıyı vurmak. (b) döverek şekil vermek.
beautiful beaten copper: güzel dövme bakır.
Verb
çarpmak.
My heart began to beat faster. The rain was beating against the window.
Verb
(kanat) çırpmak.
The bird beat its wings rapidly as it flow on.
Verb
(davul vb.) çalmak.
to beat a drum.
Verb
çırp(ıl)mak, kuvvetle çalkala(n)mak, karış(tır)mak.
beat the egg whites: yumurtanın akını çırpmak.
Verb
vurup kırmak.
beat in (a door): (kapıyı) kırıp girmek.
Verb
zorla öğretmek/yaptırmak/alıştırmak.
I'll beat some sense into him: Onu (zorla) yola getireceğim
(= Ona makul olmayı öğreteceğim).
Verb
(gidip gelerek) yol etmek/yapmak.
to beat one's way out of a thick forest.
Verb
beat up: pataklamak, tokatlamak, tokat/sille aşketmek, bir temiz dövmek.
beat up a man:
birini pataklamak.
He beat up the ruffian: Külhanbeyini bir temiz dövdü.
Verb
tempo tutmak, (metronom) eşit aralıklarla vurmak.
beat time: tempo tutmak.
Verb, Music
(avcılıkta) av hayvanlarını meydana çıkarmak için ot ve çalıları vurup yatırmak.
beat a wood: ormanı taramak.
Verb
yenmek, mağlûp etmek, galip gelmek, galebe çalmak.
K. Atatürk beat the English and French armies in Gallipoli.
beat all to nothing: yenmek, ezmek.
beat hollow: tamamen yenmek.
Which team you think will beat?
Can you beat it/that? Hiç böylesini gördün(üz)/duydunu(uz) mu? Olur şey değil!
Verb
üstün/faik/evlâ olmak, yeğ/müreccah/daha iyi olmak.
Making reservations beats waiting in line:
Sıra beklemektense yer ayırtmak daha iyidir.
Verb
şaşırtmak, hayrette bırakmak, gölgede bırakmak.
It beats me how he got the job: Nasıl iş bulduğuna
hayret ediyorum.
That story beats everything I have ever heard: Bu hikâye şimdiye kadar duyduklarımı gölgede bıraktı.
beat the record: rekor kırmak.
Verb
bilememek, karar verememek, akıl erdirememek, pes dedirtmek.
It beats me how to get her understand:
Ona nasıl anlatacağımı bilemiyorum.
That beats me! Ne bileyim! (Buna aklım ermez).
That beats everything: Bu hepsinden beter/Bir bu eksikti! Bu tüy dikti.
Can you beat it? Ne yaparsın/ Elden ne gelir?Buna güç yetmez ki? Daha beteri var mı?
Verb
(etkisini) hafifletmek/azaltmak/yumuşatmak.
beating the hot weather. to beat the sudden decrease in land values.
Verb
beat out ABD- argo dolandırmak, aldatmak, kandırmak.
He beats him out of hundreds of dollars on that deal: Bu alışverişte onun yüzlerce dolarını dolandırdı.
Verb
(dokumacılıkta) tarak darbesiyle atkıyı sıklaştırmak.
Verb
tiramola ederek rüzgâra veya akıntıya karşı gelmek.
beat to winward: rüzgâra karşı yol almak.
Verb, Maritime Traffic
vuruş, vurma, darbe, çarpma.
the beat of marching feet.
Noun
(vurularak çıkarılan) ses.
the beat of drums: davul sesleri.
Noun
atış, daraban.
the beat of the heart: kalbin atışı.
Noun
nöbet yeri, görev/devriye bölgesi.
a policeman's beat: polisin görev bölgesi.
Noun
kısa bir an/zaman birimi.
Wait four beats.
Noun, Theatre
vuru, daraban: yakın frekanslı iki titreşimin girişiminden oluşan ve frekansı bunların farkına eşit olan titreşim.
Noun, Physics
(gazetecilikte) (a) bir haberi herkesten önce yayınlama, (b)
news beat veya
run ile ayni
anlama gelir. bir muhabirin izlemekle sorumlu olduğu olay veya haber kaynağı.
Noun
bir il veya ilçenin bir kısmı.
Noun
daha üstün/âlâ/mükemmel şey, daha âlâsı.
I've never seen the beat of that: Bundan daha âlâsını görmedim.
Noun
bitkin, bitap, çok yorgun.
I'm dead beat after all that work.
Adjective
türedi, zıpçıktı, ne idüğü belirsiz.
the beat poets.
Adjective
ağızıni burnunu dağıtmak
Verb
yaptığı işi hemen bırakmak
Verb
haydi haydiye yenmek, çok daha üstün olmak.
We beat their team all hollow: Onların takımını haydi
haydiye yeneriz.
As a speaker, he beats us all hollow: Hatip olarak hepimizden çok daha üstündür.
(a) geri çekilme/ric'at borusu çalmak.
The drums beat a retreat. (b) bozguna uğramak, bozguna
uğrayıp düzensizce geri çekilmek, (c) kaçmak, tüymek, kirişi kırmak.
We dropped the apples and beat a hasty retreat when the farmer shouted at us.
(a) her tarafı aramak, arayıp taramak.
After beating about for several hours, he turned up the missing papers. (b)
den. rüzgâra karşı çevirmek, (gemi) yön değiştirmek.
bin dereden su getirmek
Verb
konuya dolaylı yaklaşmak
Verb
oyalanmak, bin dereden su getirmek, sözü döndürüp dolaştırmak, konudan uzaklaşmak.
He beat about the bush for a half hour without coming to the point: Asıl konuya girmeden önce sözü yarım saat döndürüp dolaştırdı.
tuhaf/acayip olmak, akıl ermemek.
It beats the Dutch how Tom disappeared suddenly: Tomun birdenbire
kayboluşu doğrusu pek acayip!
bir konuyu konuşmaktan kaçınmak
Verb
bir konuyu ertelemek
Verb
biriyle kavgalı olmak
Verb
(geri) püskürtmek, geri çevirmek, durdurmak, geriletmek.
to beat back an attacker: mütecavizi geri püskürtmek.
çoğunlukla galip gelmek
Verb
birşeyi yapmaktan daha iyi olmak
Verb
birşeyi yapmaya yeğ olmak
Verb
(a) boyun eğdirmek, râmetmek, ezmek, çiğnemek, yerle bir etmek.
The rain has beaten down the corn:
Yağmur, mısırları yerle bir etti. (b)
k.d. (pazarlık edip) fiyatı indirtmek.
The man was asking $90 for the dress, but I beat him down to $75.
pazarlık ederek fiyatı indirmek
Verb
yılgın nesil: İkinci Dünya Savaşından sonra türeyen, batı kültürüne/törelerine yüz çevirmiş kuşak.
Noun
haydi haydiye yenmek, çok daha üstün olmak.
We beat their team all hollow: Onların takımını haydi
haydiye yeneriz.
As a speaker, he beats us all hollow: Hatip olarak hepimizden çok daha üstündür.
vura vura parçalamak.
The thiefs robbed the old man and beat his head in.
zorla/mütemadiyen tekrarlayarak kafasına sokmak.
Tom is lazy, and his lessons have to beaten into his head.
tüymek, uzaklaşmak, tabanları yağlamak.
The only witness had beat it by the time the police arrived.
Now then, beat it: Haydi bakalım, çek arabanı! Defol!
Yıkıl karşımdan!
Sentence
püskürtmek, kovmak, defetmek, uzaklaştırmak.
to beat off an attack: taarruzu püskürtmek.
We had to beat off clouds of mosquitos.
birini geri püskürtmek
Verb
bütün gücüyle anlamaya çalışmak, kafa patlatmak, kafa yormak.
Some students are lazy, but others beat their brains and succeed.
kafa yormak/patlatmak, (birşeyi anlamak/çözmek için) bütün zekâsını/gücünü kullanmak.
She beat her brains out studying, but couldn't keep up with the rest of the class: Bütün gücü ile çalıştı ise de diğer öğrencilere yetişemedi.
göğsünü bağrını dövmek, dövünmek, feryat figan etmek.
gevezelik/boşboğazlık/zevzeklik etmek, saçma sapan konuşmak.
Stop beating your gums, I am too busy to listen to your meaningless talk.
zevzeklik/gevezelik etmek, saçmasapan konuşmak, zırvalamak.
(a)
argo yenmek, mağlûp etmek. (b) (marangozlukta) zıvana açmak, (c) birşeyi dövüp yassıltmak.
beat out iron.
beat out a path: (fundalıkta vb.) yol açmak.
beat someone's brains out: Birinin beynini patlatmak. (d) vurarak ateşi söndürmek, (e) rüzgâra karşı yelken açmak.
The sailing ship beat out the sea. (f) (davul vb.) çal(ın)mak.
The drummers beat out their tropical music and we all danced.
birini birşeyde geçmek
Verb
birini birşeyde alt etmek
Verb
birini birşeyde mağlup etmek
Verb
birini cep binden çıkarmak
Verb
varını yoğunu kaybettirmek
Verb
birini satrançta yenmek
Verb
birini birşeyde yenmek
Verb
birini birşeyde mağlup etmek
Verb
birini birşeyde alt etmek
Verb
birinin ağzını yüzünü morartmak
Verb
birini morartana kadar dövmek
Verb
birini indirim yapmaya ikna etmek
Verb
birine indirim yaptırmak
Verb
birini kolayca alt etmek
Verb
birini kolaylıkla yenmek
Verb
birini kolayca mağlup etmek
Verb
birini sayı ile yenmek
Verb
birini (oyunda) adam akıllı yenmek.
birşeyde birinden önce davranmak
Verb
birşeyi birinden önce yapmak
Verb
birşeyde birini geçmek
Verb
birşeyleri birlikte karıştırmak
Verb
birşeyleri birlikte çırpmak
Verb
olanca hızı ile, çok şiddetle.
The fire engines were going down the road to beat the band. The audience cheered and clapped to beat the band.
bir papazın dinî bölgesini gezerek işaretlemek.
bütün gücü ile elde etmeye çalışmak, çok gayret etmek, elinden geleni yapmak.
The mayor was beating the bushes for funds to build the school.
bütün gücü ile elde etmeye çalışmak, çok gayret etmek, elinden geleni yapmak.
The mayor was beating the bushes for funds to build the school.
zamana karşı yarışmak
Verb
rakiplere fark atmak
Verb
rakiplerini geride bırakmak
Verb
ilgi çekmeye/uyandırmaya çalışmak.
tuhaf/acayip olmak, akıl ermemek.
It beats the Dutch how Tom disappeared suddenly: Tomun birdenbire
kayboluşu doğrusu pek acayip!
(a) çok acayip/görülmemiş bir şey yapmak, (b) çok tuhaf/acayip olmak.
That beats the Dutch: Çok
acayip! Şaşılacak şey! Hayret doğrusu!
seçim propagandası yapmak
Verb
seçim propogandası yapmak
Verb
(a) işaret verilmeden yarışa başlamak, (b) bir işe vakitsiz (vaktinden önce) başlamak, acele etmek/davranmak, ivmek.
aklanmak, arınmak, beraet etmek, cezadan kurtulmak.
sistemin boşluklarından yararlanmak
Verb
sistemin boşluklarını bulmak
Verb
(birisinden) önce davranmak/yapmak.
We were planning to send a rocket into space, but the Russians beat us to it: Uzaya roket göndermeye hazırlanıyorduk, fakat Ruslar bizden önce davrandılar.
mürettebatı nöbet mevkilerine çağırmak
Verb
önce davranıp almak/yapmak/kapmak, açıkta bırakmak.
John was going to apply for the job, but Ted beat him to the draw/to the punch: İş için John müracaat edecekti, fakat Ted daha önce davranıp onu açıkta bıraktı.
(a) erken davranmak, elini çabuk tutmak, (b) fırsattan yararlanarak hasmını yenmek.
önce davranıp almak/yapmak/kapmak, açıkta bırakmak.
John was going to apply for the job, but Ted beat him to the draw/to the punch: İş için John müracaat edecekti, fakat Ted daha önce davranıp onu açıkta bıraktı.
dövmek, dayak atmak, pestilini çıkarmak.
If you do it again, I'll beat up on you: Bir daha yaparsan kemiklerini kırarım.
adam kazanmak için propaganda yapmak
Verb
kendi kendini yiyip bitirmek
Verb
birini çok kötü dövmek
Verb
birini fena benzetmek
Verb
uzun uzadıya düşünmek
Verb
enine boyuna düşünmek
Verb
üzüntüden harap olmak
Verb
kendi kendini yiyip bitirmek
Verb
gemide savaş hazırlığı emrini vermek.
İnanabiliyor musun?
Sentence
Aklın alıyor mu?
Sentence
kalbi duracak gibi olmak
Verb
kalbi yerinden fırlayacak gibi olmak
Verb
role alışılmadık bir işlev
bir kimsenin bilgisi/tecrübesi/uzmanlığı dışında.
He said that computer programming is off his beat.
âhenkli, hem-âhenk, aynı ritim veya tempoda.
bir kimsenin bilgisi/tecrübesi/uzmanlığı dışında.
He said that computer programming is off his beat.
bin dereden su getirmek, sözü döndürüp dolaştırmak, konudan uzaklaşmak.
şiddetli.
It rained all day to beat the band: Bütün gün şiddetli yağmur yağdı.