(oyunun başlayacağı sırada) seyircileri oturmaya davet.
Noun
sermaye hisselerini ilk ödeme
istek halinde, istenildiği takdirde, talep vukuunda.
özdevimli çağırma
Information Technology
bankadan hükümetçe istenen bilanço
borcun şartlarını yerine getirmediğinden tekeffül edilen borcun ödenmesi için bankanın yaptığı çağrı
kuş ötüşüne benzer ses.
Noun
kuş sesi çıkaran düdük.
Noun
mahkemede duruşma çağrısı
çağırmak.
Mother is calling me. to call the congress into session. to call a cab: taksi
çağırmak.
This is Ankara calling: Burası Ankara (Radyosu).
Transitive Verb
davet etmek.
to call someone to the dinner. The minister called the union leaders to a meeting.
Transitive Verb
(listeden) yüksek sesle okumak, yoklama yapmak.
I'll call the numbers. Please call the names of the people who are present.
Transitive Verb
(dikkati) çekmek, celbetmek, kendine çekmek.
She tried not to call attention to herself.
Transitive Verb
(uykudan) uyandırmak.
Call me at 6 o'clock.
Transitive Verb
telefon etmek.
call me as soon as you arrive.
Transitive Verb
(resmen) ilân etmek/emretmek.
The President called an election.
to call a halt to sth: bir şeye son vermek.
Transitive Verb
celbetmek, davet etmek, getirtmek, götürmek.
to call someone as a witness: birini tanık olarak
getirtmek.
to call a case to court: bir davayı mahkemeye götürmek.
to call to mind: hatırlatmak, aklına getirmek.
Transitive Verb
yaratmak, ibda etmek, meydana getirmek.
Transitive Verb
gündeme almak, işleme/muameleye koymak.
The judge called the case. His case was called today.
Transitive Verb
(a) ispata davet etmek.
They called him on his story. (b) vaadini tutmasını istemek, (c) eleştirmek,
tenkit/muaheze etmek.
She called him on his vulgar language.
Transitive Verb
(a) hükmü ilân etmek. (b) (oyunu) tatil etmek/iptal etmek.
to call a game because of rain.
Transitive Verb, Sports
ödenmesini/tediyesini istemek.
The bank called my loan: Banka borcumu ödememi istedi.
The company will call its bonds May first: Şirket 1 Mayısta bonolarının ödenmesini isteyecek.
Transitive Verb
istemek, talep etmek.
to call a truce: mütareke talep etmek.
Transitive Verb
(senet vb.) ödemek için ibrazını istemek.
Transitive Verb
adlandırmak, ad/isim vermek, ad koymak.
We'll call the baby Leylâ. to be called X: adı
X olmak.
What are you called: Adın nedir?
He is called after his grandfather: Ona dedesinin adını koydular.
Transitive Verb
demek, yerine koymak, farzetmek, zannetmek.
He called me a liar: Bana yalancı dedi.
I don't know how much it is, but let's call it $5: Fiyatını bilmiyorum, haydi diyelim 5 dolar.
He calls me a fool: Beni aptal yerine koyuyor.
He calls himself a hero: Kendini kahraman zannediyor.
Transitive Verb
saymak, addetmek, telâkki etmek.
I don't call German a hard language.
Transitive Verb
(iskambil) (a) kart istemek, (b) (bir oyuncudan) kartlarını göstermesini istemek, (c) ortağı ile işaretleşmek,
(d) pokerde eşit pey sürmek.
Transitive Verb
doğru/isabetli tahminde bulunmak.
Transitive Verb
bağırmak.
Transitive Verb
(hayvan/kuş) ötmek.
The birds are calling (each other).
Transitive Verb
sövmek, kötü söz söylemek.
She's always calling me. to call names: alay etmek, ad/lâkap
takmak, küçük düşürücü sözler söylemek.
He called me names.
Transitive Verb
çağır(ıl)ma, uyandır(ıl)ma.
call sign: çağırma işareti.
I'd like a call at 7 a.m.: Sabah sat 7'de beni uyandırın.
bağırma, feryat.
They heard a call for help.
(kuş/hayvan) sesi.
The call of this bird is very loud.
uğrama, (kısa ziyaret).
to make/pay a call on someone : birini ziyaret etmek.
The princess makes a call on the King every morning.
port of call: geminin uğradığı liman.
çağrı, resmî davet, celp.
In the war, many people answered the call of their country.
çağrı, provaya davet.
Theatre
çekme, cazibe, çekicilik, çekici davet.
the call of the beautiful scenery.
teklif: (üniversitede) profesörlük/(kilsede) papazlık teklifi.
sebep, vesile.
He had no call to say such things: Böyle şeyler söylemesi için sebep yok.
There is no call for rejoicing: Ortada sevinilecek bir şey (sebep) yok.
istek, talep, rağbet.
There's not much call for these articles.
to make a call on a person's time: bir kimseyi meşgul etmek.
He has many calls on his time: Çok meşguldür.
ihtiyaç, lüzum, hacet.
You have no call for more money. There is no call for you to worry:
Endişelenme/Endişeye lüzum yok.
yoklama: listeden okuyarak hazır olanları belirleme.
telefon konuşması, muhavere, telefon etme, telefonla konuşma talebi.
give a call: telefon etmek.
put a call through: (uzak mesafeye) telefon etmek.
local call: şehir içi (telefon) konuşması.
long distance
(veya Brit.:
trunk)
call: şehirler arası konuşması.
person-to-person call: ihbarlı konuşma.
I have a call for you from London: Sizi Londradan (telefonda) arıyorlar.
(iskambil) kart isteme, kartlarını gösterme, (b) (poker) evvelkine eşit pey sürme, (c) (briç) pey sürme
ve pas geçme.
It is your call now.
hakem kararı.
The players disagreed with his call.
Sports
belirli bir süre içinde belirli bir fiyattan hisse senedi alma hakkı veren sözleşme. put2 (4).
Public Finance
(dansta) talimat.
Listen to the call and you won't make mistakes.
satış temsilcisinin müşteri ziyaret düzeninin incelenmesi
birini bir kenara çekmek
Verb
çağırmak, celbetmek, göndermek.
to be called away on business: göreve çağırılmak, görev ile uzaklaşmak/gitmek.
to be called away from a meeting: (daha önemli bir iş için) toplantıyı terketmek (zorunda kalmak).
(a) geri çağırmak.
He was about to leave when his secretary called him back. (b) tekrar uğramak/ziyaret
etmek.
The salesman will call back later. (c) karşılık vermek, cevaben telefonla aramak, sonra telefon etmek.
I'll call you back: Sana sonra telefon ederim. (d)
call back to someone: dönüp birini çağırmak, bağırarak birine cevap vermek.
I called back: “Don't forget!”
başka kuşları ötüşüyle çağırıp tuzağa düşüren kuş
vadesinde ödeme çağrısı yapmak
Verb
(geçerken) uğrayıvermek.
I'll call by at the shops on the way home: Eve gelirken çarşıya uğrayıvereceğim.
çağrı merkezi
Noun, Management
ödemeli telefon etmek
Verb
(a) dilemek, dua etmek.
to call down curses to someone's head: birine beddua/lânet etmek. (b)
argo yermek, zemmetmek, hakkında kötü şeyler söylemek.
The newspapers called down his latest book. (c)
argo azarlamak, paylamak.
His father called him down for being late. (d)
argo meydan okumak, birini kavgaya/düelloya davet etmek. (İngilterede bu anlamda
call out kullanılır).
firmaya menkul değeri vadesi gelmeden geri satın alma olanağı sağlayan rüçhanlı senet karşılığı
(a) gidip/uğrayıp almak, alıp getirmek.
I'll call for you at 9 o'clock: Saat 9 da gelir seni alırım.
to be (left till) calld for: gelinip alınacak. (b) istemek, talep etmek, (birini) çağır(t)mak, birisine seslenmek.
call for help: yardım istemek.
call for the bill: fatura istemek.
call for the waiter: garsona seslenmek. (c) gerek(tir)mek, yerinde olmak, yakışık almak, icabet(tir)mek, zorunlu kılmak.
Your remark was not called for = It was an uncalled for remark: Sözün yersizdi/yakışık almadı.
to call for an explanation: açıklamayı gerektirmek.
sebep olmak, meydan vermek, yol açmak, ortaya çıkarmak.
This is a task that will call forth all his energies: Bu, onun bütün gücünü ortaya koyacak (gerektirecek) bir iştir.
satış temsilcisinin müşterileri ziyaret etme sıklığı
(a) ödenmesini istemek, (borcu/parayı) tahsil etmek/toplamak.
I'll call in the money I lent. (b)
tedavülden kaldırmak.
The government called in all old $ 1 bills. (c) içeriye çağırmak, davet etmek, buyur etmek, başvurmak, müracaat etmek.
I'll call my friends in: Arkadaşlarımı (eve) davet edeceğim.
My father is very ill, I must call in a doctor at once: Babam çok hasta, hemen bir doktor çağırmalıyım. (d) geri çağırmak.
GM has called in 1984 model cars to correct a faulty transmission. (e) uğramak, kısa bir ziyaret yapmak.
He was out when I called in. (f)
call in question: şüphe etmek/çekmek/uyandırmak, itiraz etmek.
meydana/ortaya koymak, getirmek, çıkarmak.
call into being/existence: yaratmak.
The space age has called into existence a whole new body of scientific and technical words: Uzay çağı birçok yeni bilimsel ve teknik sözcüklerin yaratılmasına yol açtı.
call into play: ortaya koymak, harcamak.
call into play all one's powers: bütün gücünü harcamak.
(a) uzaklaştırmak.
Please call off your dog. (b)
k.d. iptal etmek, sona erdirmek, tatil
etmek.
The picnic was called off because of rain.
call off a deal: bir anlaşmayı iptal etmek.
call off a strike: grevi sona erdirmek.
(a) istemek, dilemek, rica etmek. I
call on the people of this country to work hard for national unity.
to call upon God: Allahtan dilemek/niyaz etmek.
to call upon someone to apologize: birisinden özür dilemesini istemek. (b) (kısa bir süre için) ziyaret etmek.
to call on friends. I'll call on Mary tomorrow. (c) ihtiyacı olmak.
to call on all one's strength.
(US) satın alma opsiyonu (prim karşılığında önceden saptanmış fiyatla ve belirlenmiş tarihten önce bir
menkul kıymetten 100 hisse satın alma hakkı
(a) bağırmak, seslenmek.
The fisherman called out to the men on the shore. (b) göreve çağırmak.
call out the firemen/the army/troops. (c) call forth, (d) işi bıraktırmak, grev yaptırmak.
The miner's leader called out his men. (e)
Brit.- argo call down (d).
yoklama yapmak, yanına çağırmak.
call over the names: yoklama yapmak.
I called him over: Onu yanıma çağırdım.
vadesinden önce ihbarlı bir senedin itfası halinde
senedi verince ödenecek prim
başabaş veya nominal değerinden daha yüksek bir değerde rüçhanlı hisse senedini itfa ettiği takdirde senedi verenin ödeyeceği prim
bir tahvilin itfasına esas olan değer
vadesinden önce itfa edilen tahvile ödenen para
itfa süresi (bir menkul kıymetin ihraç tarihi ile itfa tarihi arasındaki süre
iş hukukunda feshi ihbar müddetleriyle işçi ve müstahdemi himaye
tahvili çıkaran tarafından gelecekte saptanacak bir malın satış sözleşmesi
sermaye payı ödeme makbuzu
satış temsilcisinin müşterileri ziyaret inden sonra düzenlediği rapor
satış temsilcisinin müşterileri ziyaretinden sonra düzenlediği rapor
fiyatının satın alıcı tarafından ileri bir tarihte konacağı bir metanın satışına ilişkin sözleşme
hisse senetlerinin bedelini ödeme çağrısı
başlangıç veya bitiş işaretini vermek
Verb
süreyi başlatmak veya bitirmek
Verb
toplamak, toplantıya çağırmak.
The President called the Parliament together.
(a) ansı(t)mak, hatırla(t)mak, anı/hatıra uyandırmak, (b) telefon etmek, telefonla konuşmak.
I called him up yesterday. (c) askere çağırmak, silah altına almak.
to call up reserves. (d) getirmek, celbetmek.
The magician claims to be able to call up spirits from the dead. (e) (radyo istasyonuna) mesaj göndermek.
(a) istemek, dilemek, rica etmek. I
call on the people of this country to work hard for national unity.
to call upon God: Allahtan dilemek/niyaz etmek.
to call upon someone to apologize: birisinden özür dilemesini istemek. (b) (kısa bir süre için) ziyaret etmek.
to call on friends. I'll call on Mary tomorrow. (c) ihtiyacı olmak.
to call on all one's strength.
dar kurtulma, güçlükle paçayı kurtarma.
have a close call: dar kurtulmak.
ödemeli telefon konuşması
ödemeli arama
Noun, Telecommunications
(US) ödemeli telefon görüşmesi
(US) (telefon) milletlerarası konuşma
(Br) milletlerarası telefon konuşması
mecburi olarak limana sığınma
(gemi) mecburi olarak limana sığınma
(US) milletlerarası telefon konuşması
(telefon) milletlerarası konuşma
(telefon) şehir içi konuşma
marjı tamamlama talebi (menkul kıymet satın alınması için aracı kurumlar nezdinde yatırılmış olan depozito
marjının artırılması için yapılan çağrı
(a) ihbarsız (vakti gelince) ödenecek, (b)
on/at call: göreve hazır, emre âmâde, derhal görev
başına gelebilecek durumda.
The company car is always on call to take you to our meeting.
come at call: çağırıldığı zaman gelmek. (c) (asker, hastabakıcı vb.) nöbetçi, görevli.
The nurse is on call tonight.
şehirlerarası telefon çağrısı
(Br) uluslararası konuşma
(Br) uluslararası konuşma
(Br) ihbarlı telefon çağrısı
telefon konuşması
Noun, Telecommunications
telefon görüşmesi
Noun, Telecommunications
genel kurulu toplantıya davet
telefon konuşması
Noun, Telecommunications
telefon görüşmesi
Noun, Telecommunications
(US) şehirlerarası konuşma
(telefon , Br) acele telefon
tren telefon konuşması
Communication
(telefon) trende telefon konuşması
acele konuşma
Communication
yakında, çağırılınca işitebilecek mesafede.