[neck]

(İskoçya) huzursuzluk sebebi
başağrısı Noun
kayık yaka: kayık biçiminde kesilmiş elbise yakası. Noun
(fiyatlar) başabaş gitmek Verb
bir seçimde başabaş gitmek Verb
seçim de başa baş gitmek Verb
işini kaybetmek Verb
bir şeyden gına gelmek Verb
boğazına kadar işe batmış olmak Verb
kayık yaka: kayık biçiminde kesilmiş elbise yakası. Noun
birinin boynunu kırmak Verb
kelleden olmak, kelleyi koltuğa almak, çok tehlikeli işe atılmak, hayatını tehlikeye atmak.
You'll
break your neck if you're not more careful: Dikkat etmezsen kelleden olursun.
çok çabalamak/gayret sarfetmek, alnının damarı çatlamak.
Don't break your neck on this job: it's not urgent.
bir işin çoğunu yapıp bitirmek.
(a) birine çok yaklaşmak, burnunun dibine sokulmak, (b) birini göz hapsine almak, sıkı sıkıya gözetlemek.
boyun kırığı Noun, Medicine
servikal kırık Noun, Medicine
servikal fraktür Noun, Medicine
azar işitmek, zılgıtı/paparayı yemek.
You'll catch it! Paparayı yiyeceksin!
You better hury
home; you'll catch it from mother if you're late.
baka baka boyun uzatmak Verb
boynu saran gömlek/sveter yakası, bisiklet yaka.
cedre, boğaz uru, guşa, guatr.
birinin boynuna sarılmak.
ipi aynı anda göğüslemek Verb
ağır darbe yemek, azarlanmak, zılgıtı yemek.
You'll get it in the neck if you wreck your father's car.
birinin sinirine dokunmak Verb
ödünç isteyecek kadar yüz kızartmak Verb
bir boyun farkıyla kaybetmek Verb
beard ile ayni anlama gelir. (harflerde) çıkıntı, kuyruk.
boyun, gerdan.
neck of lamb.
yaka, elbise/gömlek yakası.
the neck of a shirt.
(şişe/vazo vb.) boğaz.
the neck of a bottle.
boyun gibi şey, dar parça.
kıstak, berzah: iki kara parçasını birleştiren dar arazi.
a neck of land coming out from the coast.
boğaz, iki denizi birleştiren dar su.
(keman vb.) sap.
the neck of a violin.
(kemik veya organda) boyun, dar kısım.
neck of womb: rahim/dölyatağı boynu. Anatomy
dişin minesi ile kökü arasında hafifçe daralan kısım.
(sütunun) başlık altı. Architecture
sönmüş volkan ağzını dolduran katı lâv veya volkanik kaya. Geology
sevişmek, okşamak, kucaklaşmak, (cinsel münasebet yapmadan) öpüşüp koklaşmak.
A boy and a girl necking
in the back of a car. She likes necking, but she won't go all the way.
kellesini kesmek, cellât etmek.
tümüyle, tamamıyla, tamamen, büsbütün, olduğu gibi, palas pandıras.
başabaş, çok az farklı, (yarışta) at başı beraber.
boyun atardamarları Noun, Anatomy
boyunluk Noun, Medicine
boyunluk Noun, Medicine
şişe boğazı
civar, çevre.
People don't do that sort of thing in my neck of woods!
ya hep ya hiç, ya herru ya merru, ya devlet başa ya kuzgun leşe, her tehlikeyi göze alarak.
boyun ağrısı Noun, Medicine
zıh
boyun tutulması Noun, Diseases
boyun travması Noun, Medicine
boyun toplardamarları Noun, Anatomy
dert, baş belası.
It gives me pain in the neck: Başıma bela oluyor/canıma okuyor.
He is pain
in the neck: Tam bir baş belasıdır.

pain ile ayni anlama gelir. (a) dert, sıkıntı, başağrısı, bunalım.
to give someone a pain in
the neck: birisine sıkıntı/başağrısı vermek, başına bela kesilmek, bunaltmak.
You give me pain: Başımı ağrıtıyorsun. (b) baş belası, musibet.
She's a real pain (in the neck)!
baş belası Noun
balıkçı yakalı kazak
balıkçı yaka Noun, Textile Industry
hayatını tehlikeye koymak, kendini ateşe atmak, kelleyi koltuğa almak.
balıkçı yakalı
herkese ve her şeye dönüp bakan kişi
aşırı meraklı kişi
kelleyi/paçayı/postu kurtarmak, tehlikeden sıyrılıp kurtulmak.
enselemek Verb
kelleyi koltuğa almak, büyük bir tehlikeye atılmak.
A politician supporting an unpopular law is sticking
his neck out: he may loose the next election.
tehlikeyi göze almak, kelleyi koltuğa almak, tehlikeye göğüs germek.
fikrini belirterek risk almak Verb
fikrini söylemeye cesaret etmek Verb
elini taşın altına koymak Verb
(a) tutulmuş boyun, boyun tutulması, (b) inatçılık.
kendini beğenmiş adam
deveboynu boru.
swan-neck = swan's necked: deveboynu şeklinde. Noun
saçma sapan konuşmak Verb
saçmalamak, ne dediğini bilememek, ağzından çıkanı kulağı işitmemek.
birini defetmek Verb
balıkçı yaka
boğazına kadar
(a) boğazına kadar (dert vb. içinde).
I am up to my neck in debt: Boğazıma kadar borç içindeyim/uçan
kuşa borçluyum. (b) (işi) başından aşmış, çok meşgul.
He is up to his neck in work: İşi başından aşmış/aşkın.
gırtlağına kadar (derinlemesine
V (şeklinde) yaka. Noun
(a) az farkla kazanmak, (b) (at yarışında) bir baş farkla birinci gelmek.
eğri boyun.