mecburî tahliye, zorla çıkar(ıl)ma.
When they began to cause a disturbance they were given a bum's rush.
kabaca kovma, kapı dışarı etme, sepetleme.
He gave the job seekers the bum's rush.
altına hücum: altın madeni keşfedilen bölgeye halkın kütle halinde göçmesi (1849'da Kaliforniyaya olduğu gibi).
Noun
akan siparişlere ayak uydurabilmek
Verb
koş(tur)mak, acele/hızlı yürümek.
to rush down: hızla inmek.
to rush up: hızla çıkmak.
to rush upstairs: hızla merdivenleri çıkmak.
Verb
ileri atılmak, saldırmak, fırlamak.
rush into the room: hızla odaya girmek / dalmak.
rush out of the room: odadan fırlayıp çıkmak.
Verb
hızla akmak/geçmek, ânî görünmek/geçip gitmek.
The river rushes along.
Verb
(işi) aceleye/telâşa getirmek, alelacele/çabucak yapmak.
to rush one's work. rush a bill through:
bir kanun tasarısını acele ile meclisten geçirmek.
rush into print: acele yayınlamak.
refuse to be rushed: acele etmemek, istifini bozmamak, ağırdan almak, kendi ağır temposundan vazgeçmemek.
Verb
acele götürmek / iletmek /nakletmek.
He was rushed to hospital: Acele hastaneye kaldırıldı.
Verb
iv(dir)mek, ev(dir)mek, acele et(tir)mek, iki ayağını bir pabuca sokmak.
Don't rush me: İki ayağımı
bir pabuca sokma!
to rush someone (into doing something): birini dara getirmek, sıkboğaz etmek.
to rush to conclusions: acele (düşünmeden) karar vermek.
rush someone off his feet: bir kimseye acele iş göstermek, iki ayağını bir pabuca sokmak.
I've been rushed off my feet all day at the office and I'm tired.
Verb
(bir yeri/kimseyi) zaptetmek, esir etmek.
Verb
ısrarla kur/flört yapmak, tavlamaya çalışmak,
argo asılmak.
Verb
(birliğe üye yapmak maksadıyla) eğlendirmek.
Verb
topu koltuğuna alıp kaleye doğru koşmak.
Verb
koşma, koşuş(ma), acele/hızlı yürüme/yürüyüş.
Noun
saldırı(ş), saldırma, tecavüz, taarruz, hamle.
to make a rush at someone.: birinin üzerine saldırmak/atılmak.
to attack by rushes: hamlelerle taarruz etmek.
Noun
üşüşme, hücum, tehacüm.
There was a rush to the market: Herkes pazara üşüştü.
The gold rush to California.
a rush of blood to the head: kanın beyine hücumu, çok öfkelenme, tepesi atma.
Noun
telâş(e), acele ile sağa sola koşuşma.
The rush of city life.
Noun
ivedilik, acele, müstacel durum, telâş.
in a rush: acele/telâş ile, ivedilikle, alelacele.
Noun
sıkışık durum.
rush hour: (trafik) sıkışık saat, trafiğin en çok olduğu zaman.
Noun
topu koltuğuna alıp koşma.
Noun
(okullarda spor olarak yapılan) sınıflar arası hücum müsabakası.
Noun
rushes: çekilen filmden yapılan ilk baskı.
Noun
bir kızın kur yapana müsait davranması.
Noun
(a) saz, bataklık sazı
(Juncus), (b) saza benzer ot, (c) saz sapı (hasır, sandalye altı, sepet vb. yapılır).
Noun, Botany
önemsiz/değersiz şey/iş.
Noun
bir kanun tasarısını meclisten acele geçirmek
Verb
(a) sazdan çıra, saz mumu, yağa batırılıp yakılan kuru saz, (b) önemsiz/değersiz kimse/şey.
iş çıkış saatinde koşuşmanın en yoğun olduğu zaman
işten çıkış saatleri
Noun
acele yeni siparişlerde bulunmak
Verb
sonu ölümle biteceği bir şeye atılmak
Verb
sonu ölümle bitecek bir şeye atılmak
Verb
yeni yatırımlara atılmak
Verb
yeni yatırımlara atılmak
Verb
yayınlamakta acele etmek, olur olmaz şeyi yayınlamak.
hemen üretime geçmek
Verb
şehir yaşamının fasılasız hareketliliği
birden hücum etmek, şiddetle taarruz etmek, püskürtmek.
I felt the blood rush to my head: Kan
beynime hücum etti (çok öfkelendim).
birine acele makale yazdırmak
Verb
birinden acele para istemek
Verb
birisinden acele para istemek
Verb
birini acele hastaneye götürmek
Verb
çabuk sonuç çıkarmak
Verb
kendi yıkımına koşmak
Verb
cepheye acele asker göndermek
Verb
takviye kuvvetleri yetiştirmek
Verb
(ovmakta kullanılan) atkuyruğu otu
(Equisetum hymale).
Altına Hücum
Proper Name, Cinema