fast

tez, çabuk, hızlı, süratli, seri.
a fast train/car/race/pain reliever. Adjective
(saat) ileri.
My watch is 2 minutes fast. Adjective
ahlâksız, sefih.
a fast woman
esk. hafifmeşrep kadın.
He led a fast life, drinking and gambling. Adjective
eğlence düşkünü.
the fast set: sefihler, eğlence düşkünleri. Adjective
dayanıklı.
acid-fast: aside dayanıklı. Adjective
sabit, iyice tespit edilmiş, yerinden oynamaz. Adjective
sıkı, metin, dayanıklı.
fast and loose pulley: avaralı kasnak. Adjective
(düğüm vb.) sıkı bağlanmış.
make fast: sıkı bağlamak.
He made the rope fast to the metal ring.

make the boat fast: gemiyi karaya/şamandıraya bağlamak.
Adjective
kilitli, sımsıkı kapanıp kilitlenmiş.
a fast door.
fast shut: sımsıkı kapalı. Adjective
sadık, birbirine bağlı, yakın, sıkıfıkı.
They are fast friends: Sıkıfıkı dostturlar. Adjective
çıkmaz, solmaz, sabit (renk).
a fast color. This cloth is dyed with fast color. Adjective
(uyku) derin. Adjective
(a) yoğun ışık gönderen (mercek), (b) poz süresi kısa (film). Adjective, Photography
(at yarışı) (a) kupkuru (pist), (b) sert (pist yüzeyi), (c) düzgün.
fast track: düzgün koşuyolu. Adjective
sıkıca, sağlamca, sımsıkı.
to hold fast: sımsıkı tutmak, yapışmak, dayanmak.
to stick fast
in the mud: çamura saplanmak.
Adverb
(uyku) derin.
He was fast asleep: Derin uykuya dalmıştı. Adverb
hızlı, hızla, çabucak, süratle, tezelden.
They drive very fast.
As fast as I mend one shirt
he tears another: Ben bir gömleği tamir edinceye kadar o başkasını yırtıyor.
Adverb
birbiri ardınca, ara vermeksizin, sık sık, aralıksız, fasılasız. Adverb
ahlâksızca, çılgınca, sefahat içinde.
live fast: sefih/çılgın bir hayat sürmek. Adverb
(saat) ileri. Adverb
yakın.
fast by: yakınında, yanıbaşında.
a house fast by river. Adverb
oruç (tutmak), perhiz (yapmak).
Muslims fast during Ramadan.
break one's fast: orucunu açmak/bozmak, perhiz bozmak.
oruç/perhiz süresi, bir günlük oruç.
gemi bağlama halatı/zinciri. Maritime Traffic
Ağır ol! Sentence
Hop! Sentence
Dur bakalım! Sentence
(a) riyakârca, ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
(a) riyakârca ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
normal süreler beklenmeden hemen incelenmesi gereken itiraz
acele itiraz
(US) kolay kazanılan para
oruç/perhiz günü.
gayri menkul
gayri menkuller
hızlı film
çabuk yemek
hızlı yiyecek
hızlı yiyecek (ucuz tarifeli , hızlı servis yapan ve ancak birkaç tür yiyecek satan lokanta
(US) acele sevk edilmesi gereken yük
(US) ekspres yükü
ekspres marşandiz
yakın arkadaşlar Noun
(Br) ekspresle gönderilen mallar Noun
(Br) ekspres marşandiz (yük) treni
ekspres yük treni
ekspres marşandiz
(Br) ekspres yük treni
kurtulunmaz alışkanlık
çamura saplanmış kalmış
ani müdahale botu Noun, Maritime Traffic
hızlı taşıt youlu: hızlanıp öndeki taşıtı geçmek için ayrılan yol şeridi. Noun
hızlı yaşam: hareketli, başarılı, çok masraflı yaşayış. Noun
güneşten solmaz
hızlı çekim Noun, Advertising
hızla artan gelir
hızlı hareket eden
hızlı hareket eden trafik
tonga
mandepsi
kestirme yol tuşu Information Technology
süratli karakol botu Noun, Maritime Traffic
ekspres hattı
sürümü olan mal
hızlı yaşayanlar grubu
derin uykuda
yüksek sosyete
ekspres tren istasyonu
(şüphe uyandırmamak veya şüpheleri dağıtmak için) hızlı hızlı konuşma. Noun
acele telgraf
yaz saati. Noun
hızlı zaman ölçekli
(a) kuru ve sert yarış yolu, (b) ekspres trenlere mahsus demiryolu. Noun
ekspres
ekspres tren
çabuk kavramak (gözle , elle , anlayışla
ileri giden saat
hızlı
kalıp
çabuk ya da kolay kazanılmış para
(gemi) karaya oturmak Verb
beş dakika ileri gitmek Verb
(saat) beş dakika ileri gitmek Verb
hızlı satmak Verb
oruç bozmak Verb
oruç bozmak Verb
koltuk halatı Maritime Traffic
ekspres marşandiz ile
(Br) ekspres ile
ekspres marşandizi ile
ölüm orucu Noun, Rights-Freedoms
ölüm orucu Noun, Politics-Intl. Relations
kesin sınırları koymak Verb
hızlı ilerlemek Verb
katı kural
kesin kural Noun
değişmeyen kurallar Noun
kesin ve kati kurallar Noun
sarılmak Verb
sebat etmek Verb
hapse atmak Verb
yakalamak Verb
birini yakalayıp hapse atmak Verb
hızlı yaşamak Verb
gemiyi karaya oturtmak Verb
sağlamlaştırmak, sıkıştırmak.
iskeleye yanaşmak Verb
cankurtaran simidine hızla ilerlemek Verb
tespit etmek Verb
gemiyi palamarlamak Verb
gemiyi palamarlamak Verb
saatim ileri Noun
rengi atar
hızlı gelişme yolunda, normalden çok çabuk ilerleyen/terfi eden, işi yolunda giden.
an executive on a fast track.
hızlı gelişme yolunda, normalden çok çabuk ilerleyen/terfi eden, işi yolunda giden.
an executive on a fast track.
(a) riyakârlık/ikiyüzlülük etmek, sözünde durmamak.
He played fast and loose with her affections:
Ona karşı sözünde durmadı (hisleriyle/sevgisiyle oynadı). (b) sorumsuzca/düşüncesizce davranmak, hiçe saymak.
sorumsuz/saygısız davranmak, hiçe saymak, kıymet vermemek.
He played fast and loose with her affections.
kaygısızca hareket etmek Verb
biriyle kedi fare oyunu oynamak Verb
aldatmak, yutturmak, faka bastırmak.
göz boyamak, hile yapmak, dolap çevirmek, el çabukluğu ile becermek,
argo madik atmak.
oyun oynamak Verb
birine muziplik yapmak Verb
mezarlıkta uzun süre için bir mezar toprağı almak Verb
hızla engellerle karşılaşmak Verb
malları ekspres treni ile göndermek Verb
malları ekspres trenle göndermek Verb
malları ekspresle göndermek Verb
fikir değiştirmemek Verb
geçit vermemek Verb
vazgeçmemek Verb
yol vermemek Verb
caymamak Verb
kıpırdamadan durmak Verb
değişmemek Verb
düşüncelerini değiştirmemek Verb
düşüncelerinden ödün vermemek Verb
çekilmemek Verb
acele bir sonuca varmak Verb
tercihli yol
tabanları kaldırmak (argo) Verb