around

  1. Adverb çevresin(d)e, etrafın(d)a, her tarafın(d)a(n), etrafta.
    The crowd gathered around: Etrafta kalabalık
    toplandı.
    to walk around: etrafta dolaşmak.
    He looked around but could see nobody: Etrafına bakındı fakat kimseyi göremedi.
  2. Adverb her yönde (uzanan).
    He owns the land for miles around: Her yönde kilometrelerce uzanan arazi onundur.
  3. Adverb civar(daki), taraf.
    all the stores around: civardaki bütün mağazalar.
    It is raining all around:
    Her tarafa yağmur yağıyor.
  4. Adverb çevre(si), muhit(i).
    The tree was 2 m. around: Ağacın çevresi 2 m. idi.
  5. Adverb dairesel yörüngede.
    to turn around and around: dönüp durmak.
    to fly around and around: dairesel bir yörüngede uçmak.
  6. Adverb etraf, çevre, civar.
    A dense fog lay around: Etrafı koyu bir sis kapladı.
    to show someone around:
    bir kimseye çevreyi/civardaki yerleri göstermek.
  7. Adverb buralarda, yakınlarda.
    She lives around somewhere: O buralarda bir yerde oturuyor.
    I'll wait
    around for a while: Bir süre buralarda bekleyeceğim.
  8. Adverb ortalarda, bu civarda.
    He hasn't been around lately: Son zamanlarda ortalarda gözükmüyor.
    She's
    been around for years: Senelerdir bu civardadır.
  9. Adverb burada, buraya, bu yerde, buralar(d)a, oralar(d)a.
    Wait around until I call: Ben çağırıncaya kadar
    burada bekle.
    He waited around all day: Bütün gün oralarda bekledi.
    When you come around again … : Tekrar buralara geldiğinde …
  10. Adposition etrafın(d)a, çevresin(d)e.
    to wander around the lake: gölün etrafında dolaşmak.
    travel around
    the world: devri âlem seyahati.
    the earth's motion around the sun: dünyanın güneş etrafındaki hareketi.
  11. Adposition yer yer.
    to get around town: kasabayı yer yer dolaşmak.
  12. Adposition takriben, … sularında, …'e doğru.
    around ten o'clock: saat on sularında.
    around 60 dollars:
    takriben 60 dolar.
    around midnight: geceyarısına doğru.
  13. Adposition her taraf(ın)da.
    There are mailboxes all around the city: Şehrin her tarafında posta kutusu vardır.
  14. Adposition yakınında.
    to stay around the house: evin yakınında durmak.
yenilgi, mahvolma, suya düşme, akamete uğrama.
bring about one's ears: mahvetmek, suya düşürmek, akamete uğratmak.
başağrısı Noun
parasını israf etmek Verb
kolunu birinin beline dolamak.
sarılmak Verb
kuvvetini hissettirmek, ağırlığını koymak, ağır basmak.
parmağında/parmağının ucunda oynatmak, her istediğini/dediğini yaptırmak.
She can twist her father round her little finger.
birini (küçük) parmağında oynatmak.
çepçevre çepeçevre
etrafa sormak Verb
etraftakilere sormak Verb
sorup soruşturmak Verb
birilerine sormak Verb
(a) dolaşmak, gezmek, (b) tartışmak, münakaşa etmek.
He batted the idea around in his head.
enine boyuna tartışmak Verb
etraflıca tartışmak Verb
ele almak Verb
gezdirilmek Verb
dolanmak Verb
(a) kandırmak, ikna etmek, yola getirmek. (b) ayıltmak, kendine getirmek, iyileştirmek, teskin etmek,
(c) ziyaretçi olarak getirmek.
birşeyi eve getirmek Verb
birşeyi getirmek Verb
(a) tembelce zaman öldürmek, (b) sürtmek, sürtüklük yapmak, âvâre dolaşmak, keyif için seyahat etmek.
aramak, araştırmak, her yeri kolaçan etmek.
cast about for something: araştırmak, çare aramak,
düşünmek.
cast about for how to do/how to reply: ne yapacağını/nasıl cevap vereceğini düşünmek.
cast about for an excuse: bir mazeret aramak.
cast one's eyes about: etrafa göz gezdirmek.
zamparalık yapmak, cinsî münasebette bulunacak eş aramak.
temerküz etmek Verb
maskaralık etmek Verb
maymunluk
toplaşmak Verb
sarılı
fikrini değiştirmek.
After our argument she finally came around: İtirazımız üzerine fikrini değiştirdi.
ikna olmak, razı olmak, yola gelmek.
He'll come round to our way of thinking: just leave him alone.

You'll soon come round to my way of thinking: Yakında benim dediğime gelirsin.
Verb
ayılmak, kendine gelmek. Verb
sükûnet bulmak, sakinleşmek, (öfke/ağrı/sızı vb.) geçmek.
Leave him alone and he'll soon come round.. Verb
dolaşıp gelmek, yolu uzatmak/dolaştırmak, etrafını dolaşmak.
We came round the fields as we didn't
want to go through the woods in the dark..
Verb
barışmak, kavgaya son verip anlaşmak. Jim and
Mary often argue, but it doesn't take long to come round.. Verb
yine/tekrar gelmek.
The time has come round to get out winter clothes: Kışlık elbiseleri çıkartma zamanı yine geldi. Verb

come about ile ayni anlama gelir. (gemi/rüzgâr) yön/rota değiştirmek.
The ship came round to sail into port.. Verb

come over ile ayni anlama gelir. ziyaret etmek.
come around/over and see us sometime.. Verb

argo (kadın) âdet görmek, aybaşı olmak. Verb
(yan yola) sapmak, yanyoldan gitmek, dolaşmak, dolambaçlı yoldan gitmek, (kalabalık vb.'den kaçınmak
için) etrafından dolaşmak.
We detoured around the flooded part of the highway.
bir nevi futbol oyunu. Noun
ortalıkta sürtmek, serseriyane dolaşmak, haytalık etmek.
birşeyi insanların gözüne sokmak Verb
birşeyle hava atmak Verb
birşeyle gösteriş yapmak Verb
birşeyi sağda solda göstermek Verb
(US) belli bir ikametgâhı olmadan dolaşmak Verb
(US) telaş içinde oraya buraya koşup durmak Verb
peşine düşmek Verb
birini gittiği her yerde izlemek Verb
birini takip etmek Verb
birinin peşinde dolaşmak Verb
siftinmek Verb
oynamak Verb
sallanmak Verb
saçmasapan işlerle vakit öldürmek.
bir şeyi kurcalamak Verb
çevresini almak Verb
(a) başarmak, başa çıkmak, hakkından/üstesinden gelmek.
He'll get around to it in time: O işi
zamanında bitirecektir. (b) tecrübeli olmak, günün icaplarına uymak.
(a) dolaşmak, hareket etmek, gidip gelmek, seyahat etmek.
She gets about a lot, working for an international
company.
(invalid) be able to get about: (hasta) yataktan kalkıp dolaşabilmek. (b) (haber, dedikodu vb.) yayılmak, şayi olmak, her tarafta duyulmak, (c) toplumsal faaliyetlerde bulunmak, herkesin yardımına koşuşmak.
(a) aldatmak, yolunu bulup kurtulmak, kurnazlıkla galebe çalmak (müşkül durumdan) sıyrılmak, üstünden
atmak.
If you are clever, you can sometimes get around the tax laws. (b) (bir şey elde etmek için) yaltaklanmak, dalkavukluk yapmak,
argo yağcılık yapmak, (c) seyahat etmek, dolaşmak, gezmek, (d) get about, (e)
get around/round to: (nihayet) eli değmek, vakit bulabilmek.
After a long delay, he got around to writing the letter.
(a) gidivermek, etrafını dolaşmak, dolaşıp geçmek.
as you get round the corner: köşeyi dönünce.
(b) yayılmak, şayi olmak, (c) kandırmak, ikna etmek, razı etmek.
get round someone: dil dökerek birini kandırmak.
Father doesn't want to let us go, but I know how to get round him. (d) yenmek, üstesinden gelmek, altından kalkmak.
get round a difficulty: bir müşkülü yenmek.
get round the law: hilei şer'iyesini bulmak.
(a) gezinmek, dolaşmak, arkadaşlarla düşüp kalkmak.
Why do you go around with such strange people?
(b)
go round ile ayni anlama gelir. herkese yetmek, kâfi gelmek.
If there is not enough chairs to go around, some people will have to stand. (c) sarmak, çevirmek, (d) yaygın olmak, yayılmak.
There are a lot of colds going around.
(bir şeyi, özellikle gıdayı) elden ele geçirmek/dolaştırmak.
(a) eşek şakası yapmak, (b) hayta gibi dolaşmak, şuna buna sataşmak.
bir tasarı
ona buna gereksiz iş buyurmak Verb
konu vb üzerine düşünmek Verb
bir tasarıyı ufak çapta gerçekleştirmeye çalışmak Verb
kendi üstün gücünü başkaları üzerinde kötüye kullanmak Verb
sık sık iş değiştirmek Verb
tartışmak Verb
bir şeyin üzerinde uzun uzun düşünmek Verb
herkesle şakalaşmak, işi lâtifeye/şakaya boğmak.
dolaştırmak Verb
avare dolaşmak Verb
(a) bütün ihtimalleri incelemek, üzerinde düşünmek, (b) araştırmak, aramak.
(a)
k.d. oyalanmak, amaçsız/gayesiz/plânsız iş görmek, boşuna uğraşmak.
I'm not of a sailor,
but I like to mess about in my little boat on the river. (b)
argo vakit öldürmek, sinek avlamak, havyar kesmek, âvarelik etmek.
He spent all day Sunday just messing about. (c)
argo (bir kimse veya şey ile) ilgilenmek, (bir işe) karışmak/burnunu sokmak, bulaşmak.
messing other people's affairs. (d) sıkıfıkı olmak.
Don't mess around with admiral much. (e) flört/kur yapmak.
He caught him messing around with his wife. (f) oyalamak, atlatmak.
Don't mess me about; I want the money you promised me.
oyalanmak, dalga geçmek.
sürekli taşınmak Verb
taşınıp durmak Verb
durmadan taşınmak Verb
emirler yağdırmak Verb
emir verip durmak Verb
ciddi çalışmayıp dalga geçmek Verb
dolanmak Verb
dolaşmak Verb
gezinmek Verb
itişmek, kakışmak, öteye beriye itip kakmak.
(US) araba ile gezmek Verb
araştırıp taraştırmak Verb
gitmek, hareket etmek.
önüne gelenle yatmak Verb
boş boş dolaşmak Verb
aylaklık etmek Verb
etrafta araştırmak, bulduğunu alıp götürmek, yağma etmek, çalıp çırpmak.
birini daha önce görmüş olmak Verb
birini etrafta görmek Verb
birine orada burada rastlamak Verb
alışveriş için fikir edinmek, fiyatları karşılaştırmak.
You should shop around before buying a new car.
gezdirmek Verb
dolaştırmak Verb
oturup beklemek, hiçbir iş yapmamak.
yanında kalmak Verb
durmak Verb
kalıcı olmak Verb
ayrılmamak Verb
gitmemek Verb
(o civardan) ayrılmamak, civarında dolaşmak/beklemek, peşinden ayrılmamak, oyalanmak.
aylak aylak dolaşmak Verb
tur atmak Verb
=
talk round: (a) (bir konunun) etrafında dönüp dolaşmak, sadede gelmemek, (b) bin dereden su
getirmek, bir kimseyi dil dökerek ikna etmek,: meselenin aslına temas etmeden müzakere etmek.
geri(ye) dönmek.
He turned around when he heard a noise: Bir gürültü duyunca geri döndü.
konjonktürü canlandırmak Verb
sarmak Verb
burulmak Verb
tavaf etmek Verb
dolanmak Verb
dönmek, yüzünü döndürmek/çevirmek.
He wheeled about and faced his opponent squarely. 9.(tekerlekli
taşıt) hızla/kayıp gitmek.
The car wheeled along the highway.
/
into/
off: fırlamak, seğirtmek, hızla koşmak.
He whip ped into the store for a bottle
of milk.
whip round the corner: hızla köşeyi dönmek.
bütün gün
o tarihlerde Adverb
o günlerde Adverb
aynı günlerde Adverb
dünyanın dört bir yanında Adverb
dünyanın dört bir yanındaki ... Adjective
eli kulağında olmak Verb
bir konuyu konuşmaktan kaçınmak Verb
birşeyi bir yerden başka bir yere taşımak Verb
birşeyin yerini değiştirmek Verb
kümelenmek Verb
birşeyin etkisinden sıyrılıp kendine gelmek Verb
birşeyin etkisinden sıyrılmak Verb
birşeyden ayılmak Verb
gelmek Verb
birşeyi kabullenmek Verb
birşeyi kabul etmek Verb
peşini bırakmamak Verb
dünyanın dört bir yanından Adverb
bir nüve çevresinde toplanmak Verb
ağzından girip burnundan çıkmak Verb
kanuna hile yapmak Verb
bir noktaya ulaşmak Verb
fırsat bulabilmek Verb
viraj almak Verb
tebdil gezmek Verb
birşey bulmaya çalışmak Verb
birşeyi aramak Verb
birşeye bakınmak Verb
bir yeri gezmek Verb
bir yerde gezinmek Verb
bir yerde etrafa bakmak Verb
aldırış etmemek Verb
ağırdan almak Verb
(US) tembellik etmek Verb
oynamak Verb
karıştırmak Verb
üzerine vazife olmayan birşeye karışmak Verb
birşeye burnunu sokmak Verb
... üzerine kurulu olmak Verb
... etrafında dönmek Verb
birini kafese koymak Verb
delil aramak Verb
birinin etrafında ihtiyatla dolaşmak Verb
sergiyi gezmek Verb
birşeyi birşey temelinde düzenlemek Verb
birşeyi birşey halinde düzenlemek Verb
birşeyi birşeye göre şekillendirmek Verb
birşeyi birşeye göre düzenlemek Verb
birşeyi birşeye göre biçimlendirmek Verb
evirmek çevirmek Verb
gezmek Verb
lafı birşeye getirmek Verb
sözü birşeyin etrafında dolandırmak Verb
sözü birşeye getirmek Verb