bad

  1. Adjective kötü, fena.
    bad news: fena haber.
    not so bad: fena değil.
    Things are going from bad
    to worse: İşler gittikçe kötüleşiyor.
    bad weather: fena hava.
  2. Adjective ahlâksız, terbiyesiz.
    a bad boy: terbiyesiz oğlan.
    He is a bad man: O, ahlâksız bir adamdır.

    to have/get a bad name: adı kötüye çıkmak, tutulmamak, itibar görmemek.
  3. Adjective bozuk, kusurlu, düşük nitelikli.
    a bad radio tube: bozuk radyo lambası.
    a bad diamond:
    kusurlu bir elmas.
    He speaks bad English: Bozuk bir İngilizce konuşuyor.
  4. Adjective yetersiz, kifayetsiz.
    bad heating: yetersiz ısıtma.
    bad nourishment: yetersiz beslenme.

    bad law: uygulanamayan yasa.
  5. Adjective yanlış, hatalı.
    a bad guess: yanlış tahmin.
    in a bad sense: yanlış anlamda.
    a bad shot: yanlış tahmin.
  6. Adjective geçersiz, hükümsüz, yersiz, gayrımuteber.
    a bad claim: yersiz bir iddia/talep.
  7. Adjective zararlı.
    Smoking is bad for the health: Sigara içmek sağlığa zararlıdır.
  8. Adjective hasta, keyifsiz, rahatsız.
    I feel bad today: Bugün rahatsızım.
    be taken bad
    : argo
    hastalanmak, musibete uğramak.
  9. Adjective zayıf, sıhhati bozuk.
    bad eyes kept him out of the army: Gözleri zayıf olduğundan asker olamadı.
  10. Adjective bozuk, çürük, kokmuş.
    bad air: bozuk hava.
    a bad egg: çürük yumurta.
    bad tooth:
    çürük diş.
    The meat is bad because you left it out of the refrigerator too long.
    to go bad: bozulmak, kokmak, çürümek.
  11. Adjective feci, müthiş, vahim.
    a bad accident: feci bir kaza.
    a bad headache: müthiş bir baş ağrısı.

    a bad mistake: vahim bir hata.
  12. Adjective nahoş, berbat, tatsız.
    I had a bad day in the office: Dairede nahoş bir gün geçirdim.
  13. Adjective sert, haşin.
    a bad temper: sert/haşin mizaç, aksilik, huysuzluk.
  14. Adjective aksi, huysuz, çabuk kızan/öfkelenen.
    bad mood: sinirlilik, huysuzluk, asabiyet.
  15. Adjective şiddetli.
    a bad attack of asthma: şiddetli bir astm krizi.
    a bad cold: şiddetli bir soğuk (algınlığı).
  16. Adjective yıkıcı, tahripkâr.
    a bad flood/earthquake.
  17. Adjective pişman, nadim, müteessir.
    to feel bad about something
    k.d. bir şeye pişman/nadim olmak,
    üzülmek, üzüntü/esef duymak, müteessir olmak.
    He felt bad about to leave the children all alone: Çocukları yalnız bıraktığına pişman oldu.
  18. Adjective yaramaz, âsi.
    If you're bad at school you'll be punished.
  19. Adjective şerefsiz, haysiyetsiz.
    to get a bad name: adı kötüye çıkmak, şerefine halel gelmek.
  20. Adjective değersiz, yeteneksiz, beceriksiz.
    a bad painting. bad drivers cause most of the accidents.
    to
    be bad at something: bir şeyi becerememek.
  21. Adjective üzücü, müessif.
    I'm afraid I have bad news for you: Maalesef sana üzücü bir haber vereceğim.
  22. Adjective münasebetsiz, uygunsuz, biçimsiz.
    That's a bad place to swim. It was a bad day for fishing.
  23. Adjective pis.
    a bad odor.
  24. Adjective çirkin, kaba, âdi.
    bad taste: zevksizlik.
    bad manners: nezaketsizlik, terbiyesizlik.
    bad
    language: sövme, küfür.
  25. Adjective hantal, biçimsiz, gayrımütenasip.
    She has a bad figure.
  26. Adjective isabetsiz.
    a bad decision.
  27. Adjective kalp, sahte, değersiz, taklit.
    bad money: kalp para.
  28. Adjective yaman, müthiş, fevkalâde, kıyak.
    He's a bad man on drums, and the fans love him: Yaman bir davulcudur,
    hayranları ona bayılıyor.
  29. Noun kötü/fena/zararlı olan şey.
  30. Noun kötülük, fenalık.
    to go from bad to worse: gittikçe fenalaşmak, daha beter olmak.
    His health
    seemed to go from bad to worse.
    the bad and the beautiful: kötülük ve güzellik.
  31. Noun fena/kötü/âdi kimse(ler).
  32. Adverb çok, pek çok, pek ziyade.
    He wanted it bad enough to steal it: Ona okadar çok ihtiyacı vardı ki, nihayet çaldı.
  33. Verb fiilinin geçmiş zamanı.
iyi kolesterol Noun, Medicine
yüksek yoğunluklu lipoprotein Noun, Medicine
parasını kötü yere yatırmak Verb
parasını kötü kullanmak Verb
yaraya parmak basmak Verb
kötüleşmek Verb
bozulmak, çürümek.
bozuk
(a) kötü/müşkül durumda, sıkıntıda, başı dertte, (b) dargın, geçinemeyen.
He is in bad with his mother-in-law:
Kaynanası ile geçinemiyor.
tıynetsiz
durumu fena olmak Verb
(a) fena değil, iyice, oldukça iyi.
The dinner wasn't bad, but I've had better. (b) zor değil.

Once you know geometry, trigonometry isn't bad: Geometriyi öğrendikten sonra trigonometri zor değildir.
not so bad = not half bad: pek okadar fena değil, oldukça iyi, şöyle böyle.
not too bad: pek fena/zor değil.
ziyansız
sapmak Verb
yürekler acısı
yazık (ki), maalesef.
It's too bad that he didn't go to University: Yazık ki üniversiteye gitmedi.
berbat
bombok (kaba)
kötü kaza
(a) kötülük yapan kimse, (b) tehlikeli/vicdansız kimse, cani.
kaba/kötü/âdi kişi.
vahşi/saldırgan hayvan, idaresi/kontrolu güç (şey/hayvan).
That horse is a bad actor.
sabıkalı cani/katil.
sorunlu aktifler Noun, Banking
kazık yeme
alışverişte kazık yeme
biçimsizlik
düşmanlık, husumet, adavet.
to have bad blood between … : arada düşmanlık/husumet olmak.
kin, düşmanlık, husumet.
There is bad blood between them: Aralarında düşmanlık var.
to cause
bad blood: aralarını bozmak, birbirine düşman etmek.
borsa simsarı bir menkul değerden bir miktar aldıktan sonra fiyat düştüğünde yeniden yükselir diye elinde
tutmak ya da zararına satmak durumunda olunc
kötü şans
kötü kokan soluk
kötü iş
geçersiz belge
kötü karakter
karşılıksız çek Noun, Banking
karşılıksız çek
kötü kolesterol Noun, Medicine
düşük yoğunluklu lipoprotein Noun, Medicine
asılsız talep
şüphe götürür talep
asılsız iddia
sahte para
şifayı kapma
kötü arkadaş
kötülük
kötü davranış davranma
kötü davranış
vicdan azabı Noun
kötü sonuçlar Noun
kötü mahsul
kötü mahsullü
kötü müşteri
tahsili mümkün olmayan/şüpheli alacak. Noun
borcuna sadık olmayan borçlu
borcunu ödemeyen borçlu
şüpheli alacaklar Noun
şüpheli alacak (tahsili mümkün görülmeyen alacaklar Noun
hatalı teslimat
eksik teslimat
yanlış teslimat
yanlış hazırlanan veya devredilen hisse senetleri Noun
sokak serserisi, karaktersiz/âdi/güvenilmez kimse.
A bad egg who had served several years in prison:
Yıllarca hapis yatmış bir sokak serserisi.
bad actor, bad apple, bad hat, bad lot ile ayni anlama gelir.
kötü müşteri
kötü niyet, suiniyet, hiyanet, samimiyetsizlik, bozuk niyet.
kötü niyet Noun, Law
ayıp şey, âdaba/terbiyeye aykırı şey.
It is a bad form to get drunk.
illet
kötü alışkanlık Noun
illet Noun
kötü hasat
şerefsiz, ahlâksız kimse.
sağlığı bozuk
olumsuz etki Noun
suiniyet
kötü niyet
üstünkörü işçilik
kötü iş
başarısızlık
(US) çorak arazi
küfür.
dead/living language: ölü/yaşayan dil.
primitive language: ilkel dil.
spoken/written
language: konuşma/yazı dili.
strong language: ağır söz, sert ifade, küfür.
kanuna uymayan karar
kanuna uymayan fikir
kanuna uymayan hüküm
(sigorta) ortalamanın aşağısındaki ömür
batık kredi Noun, Banking
kötü olasılık
bayağı adam
değersiz parça
kötü müşteriler
şanssızlık Noun
talihsizlik
şeamet
kötü talih
(US) serseri
kötü yönetim
edepsizlik
görgüsüz davranış davranmalar Noun
terbiyesizlik
kötü ders notları Noun
kötü darbe notları Noun
büyük yanlış
büyük hata
sahte para
değerini kaybeden para
damga
hoşa gitmeyen/nahoş (şey/olay/kimse).
She's strictly bad news for me: Ondan zerre kadar hoşlanmam.
kötü/fena/muztar durumda, darda.
His family has been pretty bad off since he lost his job. bk:.
well off.
avaryalı eşya
kötü ambalaj
kalp/sahte banknot/kâğıt para.
kötü iş
kötü planlama
kötü basın
kötü şöhret
kötü şöhret sahibi
kötü şöhret
kötü risk
şüpheli risk
denize karşı dayanıklı olmayan yolcu
bozuk kesim Information Technology
kötü satan kitap
berbat, bombok (durum, olay).
yanlış tahmin
başarısız spekülasyon
kötü istifleme
zevksizlik
hırçınlık
huysuzluk
gergin ilişkiler Noun
kötü haber
müşkül an, büyük teessür/üzüntü/ıstırap ile dolu geçen zaman.
The prosecutor gave the witness a very
bad time: Savcı tanığa müşkül anlar yaşattı.
itiraz edilecek sahiplik hakkı
kötü çeviri
yanlış çeviri
kötü muamele
uyuşturucu maddenin verdiği sersemlik/uyuşukluk/ruhsal rahatsızlık.
a bad trip on acid: LSD'nin verdiği sersemlik.
geçersiz oy pusulası
kötü hava
kötü niyet
çok tamire muhtaç
şüpheli alacaklar karşılığı
aksi gibi
bakımsız durumda olmak Verb
kötü izlenim yaratmak Verb
şüpheli borçları silmek Verb
gittikçe kötüye gitmek Verb
bozulmak Verb
kötü durumda
kötü niyetli Adjective
yakışıksız
kötü düzeyde
Benim hatam.
kötü ahlaklı
ödenemeyebilecek borçlar için ayrılan para
şüpheli alacaklar karşılığı
talihsizlik üstüne talihsizliğe uğramak Verb
kötü şeyler düşünmek Verb
görgüsüz davranışlar Noun
Hay Allah.
Çok yazık.
Vah vah.
(US) şüpheli alacakları silmek

Turkish Dictionary (Kubbealti Turkish Dictionary)

  1. Bâzı kelimelerin sonuna gelerek “olsun, ola, ... temennîsini taşıyan cümlecikler yapar
  2. Rüzgâr, yel, hava