bind

  1. Verb bağla(n)mak.
    They bound his hands behind him.
    to be bound to someone by gratitude: bir kimseye minnetle bağlı olmak.
  2. Verb
    bind up: sarmak.
    to bind up one's wounds: yaralarını sarmak.
  3. Verb (yasal veya ahlâkî bağlarla) bağla(n)mak, birleş(tir)mek.
    to be bound by ties of matrimony: evlilik
    bağlarıyla birleşmek/bağlanmak.
  4. Verb tutmak, alıkoymak, zaptetmek.
    Business kept him bound to the city: Ticaret onu şehirde alıkoydu.

    be bound by someone's spell: birinin sihrine tutulmak/kapılmak.
  5. Verb zorunlu kılmak, yüküm/taahhüt/mecburiyet altına sokmak/girmek. (Bu anlamda çoğunlukla edilgen hali kullanılır).

    We are bound by good sense to obey the country's laws: Sağduyu ile ülkenin yasalarına uymak zorundayız.
  6. Verb, Law (a) yasal zorunluk altına girmek/sokmak, kanunen mecbur tut(ul)mak.
    The contract binds you to deliver
    on time. (b)
    gen.
    bind over: cezayı ertelemek.
    to bind someone over to keep the peace: âsayişi ihlâl etmemesi şartıyla birini serbest bırakmak.
  7. Verb zorlamak, mecbur etmek, zorunlu/mecburî kılmak.
    to bind someone to obedience: bir kimseyi itaate mecbur etmek.
  8. Verb
    bind out: çırak vermek,
    In his youth his father bound him out to a tailor.
  9. Verb sımsıkı sarmak, sıkı sıkıya oturmak.
    He wants a shirt that doesn't bind him.
  10. Verb, Pathology peklik vermek, kabız yapmak, kabızlığa sebep olmak.
    That food binds the bowels.
  11. Verb (kitap) ciltlemek.
    They will bind the new book in morocco: Yeni kitabı maroken(le) ciltleyecekler.

    full-bound in morocco: maroken ciltli.
    bound in paper = paper bound: kâğıt ciltli.
    bound in boards: karton ciltli.
  12. Verb (süs veya koruma için) uçlarını birşeyle kaplamak.
    Please bind the carpet before cleaning it.
  13. Verb (şahin, atmaca vb.) uçarken avı pençesiyle sımsıkı tutmak.
  14. Verb (çimento vb.) tutmak, donmak.
  15. Verb (matkap vb.) sıkışmak.
  16. Noun bağla(n)ma, sarma.
  17. Noun bağ, rabıta.
  18. Noun, Music bağ, notaları bağlayan işaret.
  19. Noun (şahin, atmaca vb.) avını sımsıkı tutma.
  20. Noun çıkmaz, çok zor/cansıkıcı/bezdirici/bizar edici şey veya durum.
    The loss of his job put him in a financial
    bind : İşini kaybetmesi onu paraca çok zor duruma soktu.
    She was in a double bind of being sick and jobless. A bit of a bind = What a bind: Allahın belası!
müvekkilini taahhüde sokmak Verb
temsil ve ilzam yetkisi Noun, Law
temsil ve ilzama yetkili Adjective, Law
tam çıkmaz: ne türlü davranılsa olumsuz sonuca götüren durum. Noun
iki ayağını bir pabuca sokma.
This schedule has us in a bind: Bu program iki ayağımızı bir pabuca soktu.
likidite darlığı
işi bağlamak Verb
firma adı altına imza atarak firmayı ilzam etmek Verb
şartlı tahliye kararı vermek Verb
bir anlaşmayı zorunlu duruma getirmek Verb
çıraklığa vermek Verb
mecbur etmek.
to bind someone down to do something: birini bir iş yapmaya mecbur etmek.
(dokumacılıkta) uçlarını bastırmak.
kendini taahhüt altına sokmak Verb
sözleşme yle bağlanmak Verb
sözleşme imzalamak Verb
sözleşmeyle bağlanmak Verb
yeminle taahhüt altına girmek Verb
bir kimseyi bir başkasının hizmetine tabi kılmak Verb
şartlı tahliye etmek Verb
(hukuk) bir kişiye bir şey yapması için emir vermek Verb
teminat ya da kefaletle bağlamak Verb
teminat veya kefaletle bağlamak Verb
birinin elinıkolunu bağlamak Verb
birini yeminle bağlamak Verb
birinin elini kolunu bağlamak Verb
birini bir yere çırak vermek Verb
bent etmek Verb
birini sır saklamaya zorlamak Verb
iki memleketi birbirine bağlamak Verb
bir şirketi ilzam edecek yetkisi olmamak Verb
(borca karşılık parayı/malı vb.) haczetmek.