grâce

(ıstıraba son veren) öldürücü darbe. Noun
kesin/kat'î/son/nihaî darbe, sonuca ulaştıran vuruş. Noun
akademik personelin on beş dakika gecikmesi
(kabahatleri mazur gösteren) iyilik, iyi/üstün taraf.
He had the saving grace that … : Kendini affettiren tarafı … dır.
bir senedin vadesini üç gün erteleme
genel af.
genel af, suç bağışlama.
as an act of grace: bir lûtuf olarak.
ilâhî lûtuf: iyilik yapmak ve kötülüklerden sakınmak hususunda Allahın lûtuf ve inayeti.
Allahın inayetiyle
senatonun izniyle
lütuf olarak
(sigorta) yenileme primlerinin ödenmesi için öngörülen süre
ek ödeme süresi
hoşlanmadığı bir şeyi memnuniyetsizliğini gizleyerek yapmak Verb
müsaade edilen hareket serbestliği
(a)
k.d. gözden düşmek, itibarını kaybetmek, (b) (dininden) dönmek, dalâlete/hataya düşmek, doğru
yoldan ayrılmak, günaha girmek.
(a) gözden düşmek, itibarını kaybetmek, (b) eski kaba/çirkin tavırlarını takınmak.
af dilekçesi sunmak Verb
bir borçluya bir haftalık ek süre tanımak Verb
vade tanımak Verb
lütuf
iltifat
elverişli koşullar
zariflik, zarafet, letafet, incelik, naziklik, nezaket.
have grace to: lûtfetmek.
çekicilik, cazibe.
kayra, iyilik, lûtuf, kerem, ihsan, inayet.
by the grace of God: Allahın inayetiyle.
By the
grace of God the ship came safely home through the storm.
iltimas, himaye.
yarlıgama, mağfiret, gufran, merhamet, rahim.
mühlet, müsaade, (borç ödenmesi, taahhüdün yerine getirilmesi gibi hususlarda) süre uzatımı, mehil.
The
bank gave him 3 days grace. I'll give you a week's grace, but if the work is not finished, then I'll write to my lawyer.
(a) lûtfu ilâhî, (b) ruh selameti, (c) fazilet, (d) rahmet. Theology
manevî güç/kuvvet, iman kuvveti.
(yemekten önce/sonra okunan) şükran duası.
say grace: şükretmek, şükran duası okumak.
feraset, anlayış, seziş, incelik, yapılması doğru olan şeyi anlama/sezme.
He had the grace to go.

He had the grace to be ashamed: Hiç olmazsa utandı.
ek melodi: asıl melodiye ilâve edilen ve ufak olarak yazılan notalar.
grace note: melodiye eklenen fazla nota. Music
süslemek, tezyin etmek.
Many fine paintings graced the rooms of the house.
şeref vermek, şereflendirmek, teşrif etmek.
to grace an occasion with one's presence. We were graced
with the presence of the President.
lûtuf göstermek, inayet etmek.
(asıl melodiye) nota eklemek. Music
inayet Noun, Religion-Faith
fazl Noun, Religion-Faith
sofrada şerefe içilen son içki/kadeh.
inayet
mehil
cezasız dönem Noun, Law
ödemesiz süre
mühlet
ödemesiz dönem
atıfet (bağışlama) günleri Noun
bir gün daha süre tanımak Verb
hatır için
moratoryum
... yıl ödemesiz kredi Noun, Banking
ek süre
ödemesiz dönem
kötü huyları mazur gösteren nitelik/ iyi huy. 6
savingly: kurtararak, koruyarak; tasarruf suretile,
tutumlu davranarak.
to live savingly.
dua etmek Verb, Religion-Faith
günahsızlık
istemeyerek, zoraki, istemeye istemeye, arzusu hilâfına.
He accepted that he was wrong wit a bad grace:
Hatasını zoraki kabul etti.
do something with a bad grace: bir şeyi zoraki/söylene söylene yapmak.
isteyerek, seve seve, memnuniyetle.
Do something with a good grace: hoşlanmadığı bir şeyi memnuniyetsizliğini
gizleyerek yapmak.
bir şeyi söylene söylene yapma
bir şeyi seve seve yapma
istemeye istemeye, kerhen.
milâdî yıl.
in the year of grace 1991: Milâdî 1991 yılında.
In this year of grace: bu yıl (zarfında).
Hazretleri, Cenapları: eskiden hükümdarlara, halen dük, düşes, ve başpiskoposlara verilen unvan.
He
spoke a few words to His Grace the Duke of Bedford.