grease

  1. yağ, içyağı, et yağı, hayvanî yağ, don yağı, kuyruk yağı.
    You will never get the grease off the plates
    if you don't use soap.
    in grease = in pride = prime of grease: semiz, avlanmaya elverişli (av hayvanı).
  2. gres yağı, katı makine yağı, yağlı madde.
  3. grease wool ile ayni anlama gelir. kirli yün, yapağı.
  4. yağla(t)mak, yağ sürmek.
    He took his car to have it greased. grease the tin with butter before baking the cake.
  5. grease heel/greasy heel ile ayni anlama gelir. (atlarda) topuk iltihabı.
rüşvet vermek.
donyağı
gres
emek, el emeği, alınteri.
to use a bit of elbow grease: emek harcamak/sarfetmek/vermek, alın teri
dökmek, sıkıntıya katlanmak.
Noun
rüşvet
(zararlı haşaratı tutmak için meyve ağaçlarına sarılan) yağlı sargı. Noun
yağdanlık
yağdanlık, gres kutusu. Noun
(el ile işleyen) yağ/gres pompası, (yatak yağlamak için) yağlama tabancası. Noun
grease ile ayni anlama gelir. (atlarda) topuk iltihabı.
gres yağlama
tamirci, otomobil/uçak vb. tamircisi, tamirhane işçisi.
yağsız
gösteriş
yaldız
yağlı (kurşun)kalem: parlak yüzeylere yazı yazmak için soyulabilen spiral kâğıda sarılı yağ ve boya karışımı boya kalemi. Noun
yağlama pompası Noun
salmastra bileziği
salmastra halkası Noun
yağ deposu Noun
birine rüşvet vermek Verb
yağ contası Noun
rüşvet vermek.
dürüst kimseye rüşvet vermek Verb
para ile işini yürütmek.
grease ile ayni anlama gelir. kirli yün, yapağı.
Ağlamayan çocuğa meme vermezler.
işleri kolaylaştırmak.
yağ lekesi çıkarmak Verb