less

  1. daha az, daha küçük, eksik, noksan.
    less important: daha az önemli.
    Would you mind speaking
    less quickly? She is less beautiful than Emel.
    grow less: azalmak.
  2. much less = still less: asla, kat'iyen değil, … şöyle dursun, … bile. He could barely pay for
    his own meal, much less for mine: Benimki şöyle dursun, kendi yemek parasını bile zor öder. The baby can't even walk, much less run: Koşmak şöyle dursun, çocuk henüz yürüyemiyor bile.
  3. az/eksik miktar, daha az bir şey, daha küçük kimse/şey.
    He refused to take less than ten dollars.
  4. … noksan, eksik.
    a year less two days: bir yıldan iki gün noksan.
  5. yemeksiz
hiç de daha az.
He doesn't seem any the less healthy in spite of all his drinking: Bu kadar içmesine
rağmen hiç de daha az sıhhatli görünmüyor.
yarım puan daha düşük olmak Verb
azalmak Verb
biraz daha aşağı olmaz mı
ne de, hele … hiç, … şöyle dursun. (olumsuz bir tümceyi izleyen tümceyi daha da olumsuz yapar).
He
can't speak Turkish, still less English: İngilizce şöyle dursun Türkçeyi bile konuşamaz (Türkçe konuşamaz, hele İngilizce hiç konuşamaz).
It was not a merely scientific interest, even less was it a political one: Sırf bilimsel bir ilgi olmadığı gibi, siyasî bir ilgi hiç değildi.
eksilmek Verb
“-siz/-sız, -den yoksun”.
ör.: homeless, childless, careless, countless, pitiless, valueless. Suffix
daha düşük gelirle de idare etmek Verb
daha düşük gelirle idare etmek Verb
! Allah feyzini daim etsin/gölgeni üstünden eksiltmesin.
anlamsız
(a) az çok, bir dereceye kadar, nisbeten, şöyle böyle.
Most people are more or less selfish. (b)
aşağı yukarı, yaklaşık olarak, takriben.
The distance is ten kilometers, more or less.
hemen hemen Adverb
aşağı yukarı Adverb
neredeyse Adverb
az çok Adverb
ne de, hele … hiç, … şöyle dursun. (olumsuz bir tümceyi izleyen tümceyi daha da olumsuz yapar).
He
can't speak Turkish, still less English: İngilizce şöyle dursun Türkçeyi bile konuşamaz (Türkçe konuşamaz, hele İngilizce hiç konuşamaz).
It was not a merely scientific interest, even less was it a political one: Sırf bilimsel bir ilgi olmadığı gibi, siyasî bir ilgi hiç değildi.
ne eksik ne fazla Adverb
-e rağmen, … olsa bile, yine de.
I can't swim; none the less I'll try to cross the river.
ne de, hele … hiç, … şöyle dursun. (olumsuz bir tümceyi izleyen tümceyi daha da olumsuz yapar).
He
can't speak Turkish, still less English: İngilizce şöyle dursun Türkçeyi bile konuşamaz (Türkçe konuşamaz, hele İngilizce hiç konuşamaz).
It was not a merely scientific interest, even less was it a political one: Sırf bilimsel bir ilgi olmadığı gibi, siyasî bir ilgi hiç değildi.
çok daha az, ne kadar az olursa o kadar … .
I was all the less surprised: Çok daha az şaştım/hiç
şaşmadım.
The less said the better: Ne kadar az söylenirse o kadar iyidir.
ne kadar çok … ise o kadar az.
The more you talk the less you think: Ne kadar çok konuşursan o kadar az düşünürsün.
resimsiz
gittikçe daha az.
He does less and less work: Gittikçe daha az iş yapıyor.
We have less and
less to eat every day: Yiyeceğimiz gittikçe azalıyor.
masraflar hariç
az gelişmiş bölge
azgelişmiş bölge
azgelişmiş bölgeler Noun
azgelişmiş ülkeler Noun
az gelişmiş ülkeler Noun
az gelişmiş bölgeler Noun
iskonto düşülmüş
en az gelişmiş bölge
küçük çapta sanayileşmiş
tahakkuk eden faiz çıktıktan sonra
lütfen biraz daha az gürültü yapın
! Yeter artık!
acele işe şeytan karışır
Az laf, çok iş.
henüz vergisi kesilmemiş
vergi düşülecek
-den daha az.
in less than no time: bir anda, göz açıp kapayıncaya kadar.
(demiryolu , US) parça eşya sevkıyatı
parça eşya teslimatı
(US) parça eşya
parça eşya sevkıyatı
parça eşya trafiği
çok kısa zamanda.
(US) parça eşya
tam kamyon yükü olmayan
parça eşya tarifesi
ispat kolaylığı sağlamak Noun, Law
zararına
yapmaya pek hevesli olmamak Verb
...'e çok daha isteksiz olmak Verb
…den bir farkı olmamak Verb
boğazından kesmek Verb
yüzden aşağı bırakmam
bir aydan az bir süre içinde
hakiki değerden eksiğine sigorta
hakiki değerinden eksiğine sigorta
(a) en az.
No less than 1000 people came. (b) (hayret ifadesi olarak) ta kendisi!
Good Heavens!
It's the President himself, no less! Allah Allah, bu Cumhurbaşkanının ta kendisi!
… gibi bir … bile Adverb
bizzat o (kimse/şey).
No less a person than the King: Bizzat Kral.
London is no less expensive
than Paris: Pahalılıkta Londra Paristen aşağı kalmaz.
He writes with no less knowledge than clarity: Bilgili olduğu kadar da açık bir dille yazıyor.
en az, -den az değil.
He earns not less than $3000 a month: Aylık kazancı en az üç bin dolardır.
'den az olmamak koşuluyla
(a) en az, …'den aşağı değil, ta kendisi.
He is nothing less than a thief: Hırsızın ta kendisidir/Hırsızın
biridir.
You should ask nothing less than $1000 for your car: Araban için bin dolardan az isteme. (b) … ile bir, aynen, tıpkı, âdetâ.
He resembled nothing less than a bandit: Tıpkı bir hayduda benziyordu
… ile aynı/bir.
It's nothing more or less than a murder to send him without a gun to catch the criminal:
Onu silahsız olarak katili yakalamaya göndermek cinayettir.
değeri daha az olan
elektronik fon nakil sistemi
1970 yılları başındaki seviyenin üçte birinin daha aşağısında olmak Verb
konuşmayı daha az tehlikeli konulara çevirmek Verb
aşağı kurtarmaz
daha az talihli kişi
gözünde birinin itibarı azalmak Verb
biri hakkında kötü düşünmek Verb
biri gözünden düşmek Verb
birini kınamak Verb