like

  1. Adjective benzer, aynı, eş, müşabih.
    suits of like design.
    They are as like as two peas (in a pod):
    Tıpkı, birbirinin tıpkısı, bir elmanın iki yarısı.
  2. Adjective eşit/aynı miktarda, denk.
    Ann's uncle promised her $50 if she could earn a like sum.
  3. Adjective (bkz: likely ).
  4. Adjective üzere, -e benzer, galiba.
    The king is sick and like to die: Kral hasta, öleceğe benzer (galiba ölecek).
  5. Adposition gibi, -e benzer, farksız.
    She is like her mother. They are very much like one another. to smell like
    a rose.
    I never saw anything like it: Asla böyle (buna benzer) şey görmedim.
    It looks like rain: Yağmur yağacağa benziyor.
    He's just like anybody else: Herhangi bir kimseden farkı yoktur.
  6. Adposition tıpkı … gibi, âdetâ -e benzer.
    She can run like a deer: Tıpkı bir geyik gibi koşar.
    like father
    like son: Tıpkı babasına çekmiş.
    We heard a noise like a car backfiring: Adetâ ekzos patlamasına benzer bir ses işittik.
  7. Adposition -ce. … gibi.
    He acted like a tyrant: Müstebitçe davrandı.
    He behaved like a fool: Deli gibi oldu/deliye döndü.
  8. Adposition beklenen, umulan.
    Isn't that just like him? Ondan beklenen de bu değil mi?(Ondan başka ne beklenir?).

    It's not like him to be late: O pek geç kalmazdı/Geç kalmak âdeti değildi.
  9. Adposition arzulu, istekli.
    I feel like : arzu ediyorum, canım istiyor.
    I feel like a cup of coffe.

    I don't feel like working: Canım çalışmak istemiyor.
  10. Adposition örneğin, … gibi.
    They offer technical courses like electronics, applied physics an chemistry.
  11. Adverb aşağı yukarı, takriben, tahminen.
    The actual interest is more like 18 %.
  12. Adverb
    like enough = as like as not = very like
    k.d. galiba, muhtemelen.
    like enough it will rain.
  13. Adverb (a) (bir) hayli, oldukça.
    There was this old lady with her face all wrinkled like: Yüzü bir hayli
    kırışmış ihtiyar bir kadın vardı. (b) âdetâ, bir dereceye kadar, oldukça, aşağı yukarı.
    He felt tired, like: Adetâ/oldukça yorulmuştu.
    He was looking tough like: Oldukça sert/haşin görünüyordu.
  14. Adverb -e yakın, … derecesinde/mertebesinde.
    That novel's nothing like as good as this one: O roman asla
    bunun kadar iyi olamaz (bunun kâbına erişemez).
  15. Conjunction aynen, tıpkı, … gibi, kadar.
    It happened like you said it would: Aynen dediğin gibi oldu.
    He
    can't play poker like his brother can: Kardeşi kadar poker oynayamaz.
    It is just like I say: Aynen dediğim gibidir.
  16. Conjunction sanki, âdetâ.
    He acted like he was afraid to go home: Adetâ eve gitmekten korkuyormuş gibi davrandı.

    It rained like the skies were falling: Sanki gökler yere iniyormuş gibi şiddetli yağmur yağdı.
  17. Conjunction veçhile, üzere.
    like we used to: alıştığımız gibi, âdet üzere, âdetimiz veçhile.
  18. Noun benzeri, tıpkısı, eşi, aynısı, benzer/mümasil şey.
    We will not see his like again: Bir daha benzerini
    göremeyeceğiz.
    That was acting, the like of which we shall not see again: Böyle bir rolün eşini bir daha göremeyiz.
    I've never seen its like: Buna benzer şeyi asla görmedim.
  19. Noun cins, tür, nevi.
  20. Noun
    likes: hoşlanma, sevme, beğenme, tercih.
    likes and dislikes: (bir kimsenin) sevdiği ve
    sevmediği (hoşlandığı ve hoşlanmadığı) şeyler.
    My mother knows my likes and dislikes.
    High class restaurants are not the likes of us: Lüks lokantalar bize göre (bizim harcımız) değil.
  21. Verb (
    like to şeklinde konuşmalarda kullanılır): az kaldı, nerede ise.
    I like to died from laughing:
    Gülmekten nerede ise ölecektim.
  22. hoşlanmak, zevk almak, zevk/haz/lezzet duymak.
    I like peaches and grapes. I like books. He likes the
    job, but not the salary.
  23. sevmek, hoşuna gitmek, hoşlanmak.
    They like their new math teacher.
    I like her: O hoşuma
    gidiyor.
    He is well liked here: Onu burada herkes sever.
    How do you like him: Ondan hoşlanıyor musun?
  24. arzu/istek duymak, arzu etmek, arzulamak, istemek.
    Come whenever you like: İstediğin zaman gel.

    I like people to be punctual: Herkesin dakik olmasını isterim.
    I'd like him to come: Onun gelmesini arzu ediyorum.
    You may say what you like, but I am going there: Siz ne derseniz deyiniz, ben oraya gidiyorum.
    I can do as I like with him: O avucumun içindedir, ona ne istersem yatırırım.
    As much as you (ever) like: Ne kadar isterseniz.
  25. canı istemek, rica etmek.
    I would like a glass of milk, please: Bir bardak süt rica edeceğim.

    like it or lump it, you'll have to go! İster istemez gideceksin (İstesen de istemesen de gitmeye mecbursun).
    Whether you like it or not: İster istemez (İsteseniz de istemeseniz de).
    If you like: (a) (eğer) istersen(iz).
    We can go out, if you like. (b) nasıl istersen(iz).
    Shall we go out? (Yes), if you like.
  26. beğenmek.
    If you don't like it, you can lump it: Beğenmezsen beğenme! (Beğenmezsen kimin umurunda!).
  27. uyuşmak, anlaşmak, bağdaşmak, arası iyi olmak, başı hoş olmak.
    Bananas don't like me: Muzlarla başım hoş değil.
  28. arzu/tercih etmek, istemek.
    When do you like your breakfast? Kahvaltınızı ne zaman arzu edersiniz?

    I'd like the red one, please: Kırmızısını (istiyorum), lütfen.
Tabii, yapalım. Sentence
İyi olur. Sentence
Ne güzel olur. Sentence
Olur tabii. Sentence
Memnun olurum. Sentence
Tabii, yapalım. Sentence
İyi olur. Sentence
Ne güzel olur. Sentence
Olur tabii. Sentence
Memnun olurum. Sentence
bir şehri avucunun içi gibi bilmek Verb
bir şehri avucunun içiymiş gibi tanımak Verb
şehir hrii avucunun içiymiş gibi tanımak Verb
fikirdaş Adjective
Bavul, el çantası ve benzerleri ile saraçlık ve koşum takımı imalatı (deri giyim eşyası hariç) (NACE kodu: 15.12) Noun, Trades-Professions
cezaya erkekçe katlanmak Verb
hayvani
kartelimsi
kedi gibi
ısındırmak Verb
tüy gibi
(a) canı istemek, arzu/istek duymak, istemek, arzu etmek.
I feel like seeing her: Onu göreceğim
geldi.
Do you feel like a swim? (b) benzemek, hissini vermek.
The cat's fur felt like silk.
bakkal çakkal
dilerseniz Adverb
isterseniz Adverb
dilersen Adverb
istersen Adverb
tıpkı
benzemek.
It looks like raining: Yağmur yağacağa benziyor.
(a) taklit etmek, … rolü yapmak, (b) (bir kimsenin yaptığı işi) yapmak, (işi) üzerine almak.
to make
like a cook: aşçılık yapmak, aşçılık işini üzerine almak.
pek … değil.
It's nothing like as cold as it was yesterday: Pek dünkü kadar soğuk değil.
benzemez, … gibisi yoktur.
There's nothing like a holiday to make one feel rested: Dinlenmek için
hiçbir şey tatile benzemez.
pek okadar değil, daha az.
“Is it $20 for a taxi to the airport?” “ No, nothing like that.” Hava
alanına taksi 20 dolar tutar mı? Hayır, pek o kadar tutmaz.
papazvari, papaz gibi, papaza yakışır.
benzemek Verb
aşağı yukarı, … civarında, takriben, … gibi.
The tune goes something like this: Makam aşağı yukarı
şöyle devam ediyor.
It cost something like $90: Aşağı yukarı $90 tutar.
That's something like it: Onun gibi bir şey.
üzengi gibi, üzengi biçiminde.
bu gibi
benzer
eşi(ni), benzeri(ni), böylesi(ni).
We have never seen the like before.
kesilmek (argo) Verb
taklidini yapmak Verb
istenilmeyen ancak kaçınılamayacak birinin ikide bir insanın karşısına çıkması
kedi gibi
car car (bağırma
cadı gibi
insan gibi
deli gibi
tabak gibi
korkuyla kaçma
iskelet gibi
boğazlanan domuz gibi
hayvanca
ahmakça
şiddetle, olanca/var kuvvetiyle, bütün gücüyle.
He works like anything: Bütün gücüyle çalışıyor.

It rains like anything: Şiddetli yağmur yağıyor.
We ran like anything to get away: Kurtulmak için var kuvvetimizle koştuk.
aşırı, pek çok, ifrat derecede.
kurşun gibi (hızlı
tencere yuvarlanır kapağını bulur
başarıyla
(a) öfkeli öfkeli, öfke ile, kızgınlıkla, pek şiddetli.
He moans like hell when he loses a bet:
Bir bahsi kaybedince kıyametleri koparır. (b) (ünlem olarak) kim demiş? asla … değil! kat'iyen değil!
“But you were there, weren't you?” “Like hell, I was! I certainly wasn't.” “Fakat sen de orada idin, değil mi?” “Kim demiş orada olduğumu, elbette değildim!”.
iffetli bir kimse
saat gibi, dakik, hassas, düzgün, muntazam.
canla başla, büyük gayretle, aşırı derecede fazla.
You'll have to work like crazy to get this finished.
pek fazla, aşırı derecede.
He works like crazy.
birşey yapmaktan hoşlanmak Verb
birşey yapmayı sevmek Verb
birşey yapmaktan hazzetmek Verb
birşey yapmaktan keyif almak Verb
babasının oğlu
Armut dibine düşer.
arkadaşça
asla, kat'iyen, dünyada olmaz, ne gezer? nerde? sen neden bahsediyorsun?
“Did he go?” “Like fun he
did!” “Gitti mi?” “Ne gezer?”
hiddetle, çok hızlı/şiddetli, deli gibi.
It rained like fury: Çok şiddetli yağmur yağdı.
work
like fury: inek/eşek gibi çalışmak.
(a) çok, pek çok/ziyade, ölesiye, canı çıkasıya.
I worked like hell to get the house built: Evi
yaptırıncaya kadar canım çıktı (ölesiye çalıştım). (b) (yapsın vb.) da görsün, dünyada/asla/kat'iyen (yapamaz).
Like hell he is going to use my car: Arabamı hele bir kullansın da görsün! (c) elbette, hem de nasıl! bu da sorulur mu? onun da sözü mü olur?
“Will you do it?” “Like hell!” Bunu yapar mısın?” “Bu da sorulur mu!”
(a) öfkeli öfkeli, öfke ile, kızgınlıkla, pek şiddetli.
He moans like hell when he loses a bet:
Bir bahsi kaybedince kıyametleri koparır. (b) (ünlem olarak) kim demiş? asla … değil! kat'iyen değil!
“But you were there, weren't you?” “Like hell, I was! I certainly wasn't.” “Fakat sen de orada idin, değil mi?” “Kim demiş orada olduğumu, elbette değildim!”.
çatır çatır
pek fazla, aşırı derecede.
He works like crazy.
mucize gibi, birdenbire, ansızın.
as if by magic: mucize kabilinden, umulmadık şekilde.
vb sahip
hemfikir
düşüncelere
aynı zevklere
kafadar
deli gibi
tantanayı sevmek Verb
kendisindeki ve çevresindeki değişikliklerden habersiz
balık istifi gibi
şiddetli, şiddetle, amansızca.
It was raining like sin: Şiddetli yağmur yağıyordu.
büyük süratle/kolaylıkla.
süratle, çabuk ve kolay.
birinin birşeyini sevmek Verb
birinde birşeyden hoşlanmak Verb
böyle.
gürültü patırtı çıkararak
hızlı ya da enerjik
çabuk
şöyle, şu türlü, şu şekilde.
It happened like this: (Olay) şu şekilde oldu.
I'm sorry I didn't
come, but it was like this: Özür dilerim, gelemedim, fakat şöyle oldu.
like that: öyle, o türlü.
People like that can't be trusted: Öyle kimselere itimat edilmez.
birşey yapmaktan hazzetmek Verb
birşey yapmaktan hoşlanmak Verb
birşey yapmayı sevmek Verb
kadife msi gibi
serbestçe, engelsiz, su gibi.
To spend money like water: Su gibi para harcamak.
yıldırım gibi
anında
aptallık etmek Verb
allame kesilmek Verb
serserilik etmek Verb
amcalık etmek Verb
birşey gibi davranmak Verb
sinekler gibi ölmek Verb
büyük sayılarla ölmek Verb
sinek gibi ölmek Verb
makineleşmek Verb
bebekleşmek Verb
eşeklik etmek Verb
hızla düşmek Verb
dibe vurmak Verb
çakılmak Verb
aç kurt gibi yemek Verb
sonunda biriyle aynı duruma düşmek Verb
sonunda birine benzemek Verb
içinden gelmek Verb
birşeye benzemek Verb
birşey gibi hissetmek Verb
biçilmiş kaftan olmak Verb
tıpatıp gelmek Verb
Beğendiğine sevindim.
iskambil gibi devrilmek Verb
canım dinlenmek istiyor
en çok sevdiğim çilektir
...isterim
yatırım niteliğinde
yağmur yağacak gibi
aynen ...'de olduğu gibi Adverb
yürekten kahkaha atmak Verb
avukat gibi (daima) yalan söylemek.
hiç utanmadan yalan söylemek Verb
hiç yüzü kızarmadan yalan söylemek Verb
aziz gibi yaşamak Verb
birine benzemek Verb
birşeye benzemek Verb
birşeyi yalandan yapmak Verb
birşey gibi yapmak Verb
birşey gibi davranmak Verb
birşeyi yapar gibi görünmek Verb
tercüme kokmak Verb
aynıyla ödemek Verb
tabanları yağlamak Verb
şaka gibi gelmek Verb
kalıp gibi uyumak Verb
su gibi harcamak Verb
su gibi para harcamak Verb
çok hızlı yayılmak Verb
kazık gibi kalmak Verb
sülük gibi yapışmak Verb
grev biçimi önlemler Noun
çok ağır sözlerle sövüp saymak Verb
galiz küfretmek Verb
ağzını bozmak Verb
birine köpek muamelesi yapmak Verb
deli gibi çalışmak Verb
köle gibi çalışmak Verb
çok çalışkan olmak Verb
çok çalışmak Verb
çok etkili olmak Verb
mucize yaratmak Verb