kendi kanaatine göre davranmak
Verb
kendi fikriyle hareket etmek
Verb
katkısı oranında sorumlu olmak
Verb
işinıbaşaracak nitelikte olmak
Verb
işini başaracak nitelikte olmak
Verb
bir şeyden gına gelmek
Verb
birinin hilesini keşfetmek
Verb
boğazına kadar işe batmış olmak
Verb
önemli bir tavır takınmak
Verb
inançlarına göre yaşamak
Verb
ayağını yorganına göre uzatmak
Verb
adının hakkını vermek
Verb
isminin hakkını vermek
Verb
prensiplerine göre yaşamak
Verb
şöhretine uygun bir yaşam sürmek
Verb
itibarına yakışır şekilde yaşamak
Verb
birinin beklentilerini karşılamak
Verb
birinin ideallerine uymak
Verb
birinin ideallerine uygun olmak
Verb
başından aşkın.
be up to the ears/over head and ears in work: işi başından aşmak.
I haven't time to go out tonight; I'm up to my ears in work.
(a) boğazına kadar (dert vb. içinde).
I am up to my neck in debt: Boğazıma kadar borç içindeyim/uçan
kuşa borçluyum. (b) (işi) başından aşmış, çok meşgul.
He is up to his neck in work: İşi başından aşmış/aşkın.
(a) boğazına kadar (dert vb. içinde).
I am up to my neck in debt: Boğazıma kadar borç içindeyim/uçan
kuşa borçluyum. (b) (işi) başından aşmış, çok meşgul.
He is up to his neck in work: İşi başından aşmış/aşkın.
göstermek, delâlet etmek.
The evidence adds up to a case of murder: Deliller, olayın bir cinayet
olduğunu gösteriyor.
It all adds up to … : Bunun sonucu … dur.
(a) yaklaşmak, … derecesine erişmek, (belirli bir seviyeyi) tutturmak, eşit olmak.
Your recent work hasn't come up to your earlier standards. (b) yetişmek, ulaşmak, yaklaşmak.
He came up to us in the street.
göze girmek, kendini sevdirmek, ahbap olmak.
(a) bildirmek, kabul etmek, (b) cesaretle karşılamak.
to face up to a difficult situation/an enemy.
kendinde güç/istek/heves duymak, yapacak halde olmak, iktidarı olduğunu hissetmek.
I don't feel up to it: Bunu yapacak halde değilim.
-e varmak/gelmek/erişmek.
What page have you got up to?
(a) (bir bahse/konuya) yol açmak, zemin hazırlamak.
My kind words led up to a request for money. His speech led up to a discussion of war. (b) (bir konuya vb.) ihtiyatla/çekinerek girmek/temas etmek.
He led up carefully to his proposal. (c) … demek istemek, sözü/konuyu belirli bir hedefe götürmeye/sevketmeye çalışmak.
What are you leading up to? Ne demek istiyorsun? (d) götürmek, ulaştırmak.
This road leads up to Çankaya. This staircase leads up to the roof.
lead up to a subject: sözü bir konuya götürmek/çevirmek. (e) … ile sonuçlanmak.
The years that led up to the war. The events that led up to revolution.
kararı birine bırakmak
Verb
(a) …'e yakışır hayat sürmek/yaşamak.
live up to one's reputation: şöhretine yakışacak şekilde
yaşamak.
live up to one's principles: ilkelerinden ayrılmamak, ilkelerine uygun hayat sürmek. (b) (umulduğu gibi) çıkmak/olmak/geçmek.
The holidays didn't live up to expectations: Tatil umulduğu gibi geçmedi.
to live up to someone's expectations: bir kimsenin umduğu gibi olmak. (c) (çevreye vb.) uymak/intibak etmek.
We must try to live up to our new surroundings: Yeni çevremize uymaya çalışmalıyız. (d) örnek almak, (bir mertebeye) erişmeye çalışmak.
His brothers's success will give him something to live up to: Kardeşinin başarılarından örnek almalıdır.
(a) saymak, hürmet etmek, saygı/hürmet göstermek, (b) takdir etmek, hayran olmak, (c) güvenmek, itimat etmek, itibar etmek.
(a) yaltaklanmak, yaranmak, yüzüne gülmek, gözüne girmeye çalışmak.
Many people make up to him only because of his wealth. (b) flört etmek, gönlünü kazanmaya çalışmak, (c)
make (it) up to someone for something: ödeşmek, (bir iyiliğin) altından kalkmak/karşılığını vermek, telâfi etmek.
You've been so kind. I'll make it all up to you one day. How can we make (it) up to them for all the worry we've caused them.
yaltaklanmak, tabasbus etmek.
kışkırtmak, tahrik /teşvik etmek.
Someone must have put him up to it: Muhakkak onu bu işe birisi
kışkırtmıştır.
put a horse to/at a fence: atı (atlamak üzere) engele sürmek.
yaltaklanmak, dalkavukluk yapmak, gözüne girmeye/memnun etmeye çalışmak.
-e hazırlanmak; -i amaçlamak; -e varmak.
güncel, günümüze/modaya uygun, çağdaş, modern.
date methods. to be up to date: güncelleşmek,
zamana uygun/modern/yeni fikirli olmak, işini gününe yetiştirmek.
We want our methods to be up to date.
fesat/kötülük peşinde, niyeti/maksadı kötü.
When I saw him climbing through the window behind the shop I knew he was up to no good.
tarifede belirtilen zamanda (gelmek , kalkmak vb
uygun, elverişli, kabule şayan, tatminkâr.
The piano player was not feeling well and his performance wasn't up to scratch.
(a)
Brit. kurnaz, açıkgöz, kolay aldanmaz, (b) umulduğu/beklenildiği gibi, tatminkâr, memnuniyet verici.
soruları yanıtlamaya hazır
son ayrıntılara kadar bilen
(a) tamamen yanlış/hatalı.
If you ask me, your figures are completely up the spout . (b) zayi
olmuş, elden çıkmış, mahvolmuş.
That's another ten pounds up the spout. Their lives have gone up the spout . (c)
to be up the spout: başı dertte olmak, büyük zorlukla karşılaşmak.
çok meşgul, işi başından aşmış.
be up to the elbows in … : … ile çok meşgul olmak.
boğazına/gırtlağına kadar.
I am up to the eyes in work: Boğazıma kadar işe gömülüyüm/İşten başımı alamıyorum.
tamamıyla, baştanbaşa, yerden göğe kadar.
You're right up to the hub: Yerden göğe kadar hakklısın(ız).
(a) kurallara/istenilene uygun, münasip, elverişli, maksada muvafık, istenilen derecede, (b) sağlıklı,
sıhhatli, sağlığı/sıhhati/keyfi yerinde, iyi durumda.
gırtlağına kadar (derinlemesine
birşeyi ortaya çıkarmak
Verb
birşeyle sonuçlanmak
Verb
çocuk gibi bilgisiz ve saf olmamak
Verb
standarda uygun olmak
Verb
standart da uygun olmak
Verb
bir şeyler peşinde olmak
Verb
birşeyi yerine getirmek
Verb
(Br) Londra'ya gitmek
Verb
zannedildiği/göründüğü gibi.
An artist's life isn't always everything it's cracked up to be: Bir
artistin hayatı her zaman (dışarıdan) göründüğü gibi değildir.
yavaşça birisine sokulmak/yanaşmak.
kendini birşeye hazır hissetmek
Verb
birşeye istekli olmak
Verb
zamanı gelmiş ya da geçmiş bir şeyi yapmak
Verb
Oxford Üniversitesi'ne gitmek
Verb
(Br) Londra'ya gitmek
Verb
güncelliğini korumak
Verb
pek iyi değil.
This film's not up to much, although the actors are good: Artistler iyi ama film pek bir şeye benzemiyor.
...'in sorumluluğunu kabul etmek
Verb
birşeyi teslim etmek
Verb
birşeyi itiraf etmek
Verb
şehre kadar uzanıvermek
Verb
birine arzetmek, birinin oyuna/arzusuna sunmak.
I put it to you: Sizin oyunuza/arzunuza bırakıyorum.
.: birine (korka korka/sinsice) yanaşmak/sokulmak.
He sidled up to the stranger in the street and tried to sell him the stolen ring.
birini cesaretle karşılamak
Verb
birinin yaptığı haksızlığa karşı sesini çıkarmak
Verb
cesaretle karşılamak/savunmak, kafa tutmak, karşı durmak.
stand up to fate: talihe/kadere göğüs germek.
yaltaklıkla birinin damarına girmek
Verb
yaltaklanmak, tabasbus etmek, birine çanak yalayıcılık yapmak.
istenilen koşulları sağlamak, isteğe uygun olmak.
daha pahalı birşeyi kullanmaya başlamak
Verb
daha pahalı birşeye geçmek
Verb
birinden hoşlanmaya başlamak
Verb
birşeyden hoşlanmaya başlamak
Verb
zor birşeyi yapmaya hazırlanmak
Verb
kendini birşeye hazırlamak
Verb
yerini birine vermek
Verb
dükkânıni çocuğuna devretmek
Verb
dükkânını çocuğuna devretmek
Verb
çağdaşlarının aynası olmak
Verb
itiraf etmek, doğrulamak, beyan etmek.
I own to being uncertain about that: Bundan emin olmadığımı
itiraf ederim.
The prisoner owned up the crime: Tutuklu suçunu itiraf etti/kabul etti.
(a) normal çalışmamak, acayiplikler göstermek.
The vacuum cleaner is acting up again. (b)
k.d. yaramazlık yapmak.
If you're going to act up, you can't go to Grandma's.
kendini tamamıyla işine vermiş
pey sürerek fiyatı artırmak.
darılmak, güvenmek, küsmek.
nafakasını almak (argo)
Verb
gizli bir plânı/niyeti/tasavvuru olmak.
He has a card up his sleeve: Gizli bir plânı var/Son kozunu henüz oynamadı.
yumruklaşmak, yumruk yumruğa girmek.
hisse senedi satın almak
Verb
satın alınmış hisse senetlerini ödemek
Verb
bir davayı istediği şekilde sonuçlandırmak
Verb