up to

  1. (a) -e kadar.
    up to this moment: şu ana kadar.
    up to date: şimdiye kadar, tam zamana göre,
    güncel, modern, asrî, modaya uygun. (b) tamamile, … derecesinde/kadar.
    He could not live up to their expectations. (c) en fazla, -e kadar:
    up to five men: en fazla beş kişi, beş kişiye kadar. (d)
    k.d. yetenekli, kabiliyetli, ehil, muktedir.
    to be up to the job: işin ehli olmak.
    After his illness he is not up to much: Hastalığından beri pek işe yaramıyor.
    up to the mark: mükemmel, tam sıhhatte. (e)
    k.d. görevli/sorumlu.
    to be up to someone: birisinin görevi olmak, birisine ait/bağlı olmak.
    It's up to you: Size bağlıdır/Size düşer/Siz bilirsiniz.
    It's up to you to break the news to him: Haberi ona açmak size düşer/sizin görevinizdir.
    The next step is up to to you (it is up to you to take the next step): Bundan sonraki teşebbüsü yapmak size düşer. (f) meşgul.
    What have you been up to lately? Son günlerde ne ile meşgulsün?
    What are you up to? Ne işler peşindesin? Ne halt ediyorsun?
    He's up to something or other: Her halde bir dolap çeviriyor
  2. hazır, istekli, hevesli.
    Since her illness she has not been up to going out much: Hastalığından
    beri dışarı gitmeyi pek canı istemiyor.
kendi kanaatine göre davranmak Verb
kendi fikriyle hareket etmek Verb
katkısı oranında sorumlu olmak Verb
işinıbaşaracak nitelikte olmak Verb
işini başaracak nitelikte olmak Verb
bir şeyden gına gelmek Verb
birinin hilesini keşfetmek Verb
boğazına kadar işe batmış olmak Verb
önemli bir tavır takınmak Verb
inançlarına göre yaşamak Verb
ayağını yorganına göre uzatmak Verb
adının hakkını vermek Verb
isminin hakkını vermek Verb
prensiplerine göre yaşamak Verb
ilkelerine uymak Verb
sözünü tutmak Verb
şöhretine uygun bir yaşam sürmek Verb
itibarına yakışır şekilde yaşamak Verb
birinin beklentilerini karşılamak Verb
birinin ideallerine uymak Verb
birinin ideallerine uygun olmak Verb
başından aşkın.
be up to the ears/over head and ears in work: işi başından aşmak.
I haven't
time to go out tonight; I'm up to my ears in work.
(a) boğazına kadar (dert vb. içinde).
I am up to my neck in debt: Boğazıma kadar borç içindeyim/uçan
kuşa borçluyum. (b) (işi) başından aşmış, çok meşgul.
He is up to his neck in work: İşi başından aşmış/aşkın.
boğazına kadar
(a) boğazına kadar (dert vb. içinde).
I am up to my neck in debt: Boğazıma kadar borç içindeyim/uçan
kuşa borçluyum. (b) (işi) başından aşmış, çok meşgul.
He is up to his neck in work: İşi başından aşmış/aşkın.
göstermek, delâlet etmek.
The evidence adds up to a case of murder: Deliller, olayın bir cinayet
olduğunu gösteriyor.
It all adds up to … : Bunun sonucu … dur.
üstüne almak.
(a) yaklaşmak, … derecesine erişmek, (belirli bir seviyeyi) tutturmak, eşit olmak.
Your recent work
hasn't come up to your earlier standards. (b) yetişmek, ulaşmak, yaklaşmak.
He came up to us in the street.
göze girmek, kendini sevdirmek, ahbap olmak.
yanaşma
(a) bildirmek, kabul etmek, (b) cesaretle karşılamak.
to face up to a difficult situation/an enemy.
kendinde güç/istek/heves duymak, yapacak halde olmak, iktidarı olduğunu hissetmek.
I don't feel up
to it: Bunu yapacak halde değilim.
-e varmak/gelmek/erişmek.
What page have you got up to?
(a) (bir bahse/konuya) yol açmak, zemin hazırlamak.
My kind words led up to a request for money. His
speech led up to a discussion of war. (b) (bir konuya vb.) ihtiyatla/çekinerek girmek/temas etmek.
He led up carefully to his proposal. (c) … demek istemek, sözü/konuyu belirli bir hedefe götürmeye/sevketmeye çalışmak.
What are you leading up to? Ne demek istiyorsun? (d) götürmek, ulaştırmak.
This road leads up to Çankaya. This staircase leads up to the roof.
lead up to a subject: sözü bir konuya götürmek/çevirmek. (e) … ile sonuçlanmak.
The years that led up to the war. The events that led up to revolution.
kararı birine bırakmak Verb
(a) …'e yakışır hayat sürmek/yaşamak.
live up to one's reputation: şöhretine yakışacak şekilde
yaşamak.
live up to one's principles: ilkelerinden ayrılmamak, ilkelerine uygun hayat sürmek. (b) (umulduğu gibi) çıkmak/olmak/geçmek.
The holidays didn't live up to expectations: Tatil umulduğu gibi geçmedi.
to live up to someone's expectations: bir kimsenin umduğu gibi olmak. (c) (çevreye vb.) uymak/intibak etmek.
We must try to live up to our new surroundings: Yeni çevremize uymaya çalışmalıyız. (d) örnek almak, (bir mertebeye) erişmeye çalışmak.
His brothers's success will give him something to live up to: Kardeşinin başarılarından örnek almalıdır.
(a) saymak, hürmet etmek, saygı/hürmet göstermek, (b) takdir etmek, hayran olmak, (c) güvenmek, itimat etmek, itibar etmek.
(a) yaltaklanmak, yaranmak, yüzüne gülmek, gözüne girmeye çalışmak.
Many people make up to him only
because of his wealth. (b) flört etmek, gönlünü kazanmaya çalışmak, (c)
make (it) up to someone for something: ödeşmek, (bir iyiliğin) altından kalkmak/karşılığını vermek, telâfi etmek.
You've been so kind. I'll make it all up to you one day. How can we make (it) up to them for all the worry we've caused them.
yaltaklanmak, tabasbus etmek.
kışkırtmak, tahrik /teşvik etmek.
Someone must have put him up to it: Muhakkak onu bu işe birisi
kışkırtmıştır.
put a horse to/at a fence: atı (atlamak üzere) engele sürmek.
tutmak Verb
baliğ olmak Verb
çıkmak Verb
yaltaklanmak, dalkavukluk yapmak, gözüne girmeye/memnun etmeye çalışmak.
yanaşmak Verb
göğüs germek Verb
karşı çıkmak Verb
-e hazırlanmak; -i amaçlamak; -e varmak.
bir dereceye kadar
güncel, günümüze/modaya uygun, çağdaş, modern.
date methods.
to be up to date: güncelleşmek,
zamana uygun/modern/yeni fikirli olmak, işini gününe yetiştirmek.
We want our methods to be up to date.
modern ev
güncellik
modernlik
beşe kadar
fesat/kötülük peşinde, niyeti/maksadı kötü.
When I saw him climbing through the window behind the
shop I knew he was up to no good.
şimdiye kadar
normal
yeterli
itibari kıymetini bulmuş
uyanık olmak Verb
görev başında olmak Verb
şimdiye kadar
örneğe uygun
tarifede belirtilen zamanda (gelmek , kalkmak vb
uygun, elverişli, kabule şayan, tatminkâr.
The piano player was not feeling well and his performance wasn't up to scratch.
(a)
Brit. kurnaz, açıkgöz, kolay aldanmaz, (b) umulduğu/beklenildiği gibi, tatminkâr, memnuniyet verici.
soruları yanıtlamaya hazır
son ayrıntılara kadar bilen
(a) tamamen yanlış/hatalı.
If you ask me, your figures are completely up the spout . (b) zayi
olmuş, elden çıkmış, mahvolmuş.
That's another ten pounds up the spout. Their lives have gone up the spout . (c)
to be up the spout: başı dertte olmak, büyük zorlukla karşılaşmak.
standarda uygun
(US) gırtlağa kadar
külliyen
katiyen
boğazına kadar
(US) zor durumda
çok meşgul, işi başından aşmış.
be up to the elbows in … : … ile çok meşgul olmak.
boğazına/gırtlağına kadar.
I am up to the eyes in work: Boğazıma kadar işe gömülüyüm/İşten başımı alamıyorum.
(US) son haddine kadar
tamamıyla, baştanbaşa, yerden göğe kadar.
You're right up to the hub: Yerden göğe kadar hakklısın(ız).
(a) kurallara/istenilene uygun, münasip, elverişli, maksada muvafık, istenilen derecede, (b) sağlıklı,
sıhhatli, sağlığı/sıhhati/keyfi yerinde, iyi durumda.
güncel, yeni, modern.
gırtlağına kadar (derinlemesine
şimdiye kadar
(Br) Londra'ya
birşeyi ortaya çıkarmak Verb
birşeyle sonuçlanmak Verb
birşeye sebep olmak Verb
örneğe uygun olmak Verb
formunda olmak Verb
çocuk gibi bilgisiz ve saf olmamak Verb
kurnaz olmak Verb
standarda uygun olmak Verb
standart da uygun olmak Verb
bir şeyler peşinde olmak Verb
güncelleştirmek Verb
güncel yapmak Verb
modernleştirmek Verb
birşeye uygun olmak Verb
birşeyi yerine getirmek Verb
birşeyi karşılamak Verb
(Br) Londra'ya gitmek Verb
zannedildiği/göründüğü gibi.
An artist's life isn't always everything it's cracked up to be: Bir
artistin hayatı her zaman (dışarıdan) göründüğü gibi değildir.
yavaşça birisine sokulmak/yanaşmak.
... ile yüzleşmek Verb
kendini birşeye hazır hissetmek Verb
birşeye hazır olmak Verb
birşeye istekli olmak Verb
ajur duruma gelmek Verb
zamanı gelmiş ya da geçmiş bir şeyi yapmak Verb
son durumu öğrenmek Verb
niyeti kötü olmak Verb
Oxford Üniversitesi'ne gitmek Verb
(Br) Londra'ya gitmek Verb
güncel olmak Verb
güncelliğini korumak Verb
birini saymak Verb
birine hayran olmak Verb
birine saygı duymak Verb
beklentilere uymayan
pek iyi değil.
This film's not up to much, although the actors are good: Artistler iyi ama film pek bir şeye benzemiyor.
...'in sorumluluğunu kabul etmek Verb
birşeyi kabul etmek Verb
birşeyi teslim etmek Verb
birşeyi itiraf etmek Verb
kuyruk sallamak Verb
şehre kadar uzanıvermek Verb
birine arzetmek, birinin oyuna/arzusuna sunmak.
I put it to you: Sizin oyunuza/arzunuza bırakıyorum.
rampa etmek Verb
.: birine (korka korka/sinsice) yanaşmak/sokulmak.
He sidled up to the stranger in the street and
tried to sell him the stolen ring.
horozlanmak Verb
birini cesaretle karşılamak Verb
birine direnmek Verb
birine karşı çıkmak Verb
birinin yaptığı haksızlığa karşı sesini çıkarmak Verb
cesaretle karşılamak/savunmak, kafa tutmak, karşı durmak.
stand up to fate: talihe/kadere göğüs germek.
harekete geçmek Verb
ayağa kaldırmak Verb
boykota tahrik
yaltaklıkla birinin damarına girmek Verb
yaltaklanmak, tabasbus etmek, birine çanak yalayıcılık yapmak.
açıkgöz
istenilen koşulları sağlamak, isteğe uygun olmak.
daha pahalı birşeyi kullanmaya başlamak Verb
daha pahalı birşeye geçmek Verb
birine ısınmak Verb
birine ısınmak Verb
birinden hoşlanmaya başlamak Verb
birşeye ısınmak Verb
birşeyden hoşlanmaya başlamak Verb
zor birşeyi yapmaya hazırlanmak Verb
kendini birşeye hazırlamak Verb
cem etmek Verb
biçmek Verb
harlatmak Verb
kotarmak Verb
halletmek Verb
şahlanmak Verb
tutmak Verb
koparmak Verb
hizaya getirmek Verb
caymak Verb
fışkırmak Verb
bürümek Verb
açılmak Verb
açmak Verb
şişirmek Verb
kavga :: ayırmak Verb
yerini birine vermek Verb
dükkânıni çocuğuna devretmek Verb
dükkânını çocuğuna devretmek Verb
çağdaşlarının aynası olmak Verb
itiraf etmek, doğrulamak, beyan etmek.
I own to being uncertain about that: Bundan emin olmadığımı
itiraf ederim.
The prisoner owned up the crime: Tutuklu suçunu itiraf etti/kabul etti.
tasfiye dilekçesi
(a) normal çalışmamak, acayiplikler göstermek.
The vacuum cleaner is acting up again. (b)
k.d.
yaramazlık yapmak.
If you're going to act up, you can't go to Grandma's.
kendini tamamıyla işine vermiş
(sermaye) yatırılmış
marizlemek (argo) Verb
pey sürerek fiyatı artırmak.
duman etmek (argo) Verb
açmak(hava)
darılmak, güvenmek, küsmek.
haklamak Verb
nafakasını almak (argo) Verb
gizli bir plânı/niyeti/tasavvuru olmak.
He has a card up his sleeve: Gizli bir plânı var/Son kozunu henüz oynamadı.
kamış atmak (argo) Verb
yumruklaşmak, yumruk yumruğa girmek.
yüksek ücretli iş
kesmek (argo) Verb
velhasıl-ı kelam Adverb
hâsılı
hisse senedi satın almak Verb
satın alınmış hisse senetlerini ödemek Verb
bir davayı istediği şekilde sonuçlandırmak Verb