cope with: başa çıkmak, başarmak, hakkından/üstesinden gelmek, … ile uğraşmak, icabına bakmak,
başını kurtarmak.
Jean felt unable to cope with (driving in) heavy traffic after her accident. (Brit.): After her nervous ilness Janet lost her ability to cope. You get the tickets, I'll cope with the luggage. I'll cope with him.
He's coping pretty well: Pekâlâ başını kurtarıyor.
cope with: karşılaşmak, buluşmak, temas etmek.
(muharebede) karşılaşmak, karşı karşıya gelmek.
cüppe/papaz cüppesi giymek/giydirmek, örtmek, kaplamak.
örtü, kubbe, kemer.
The cope of heaven: Gökyüzü, gök kubbesi.
cope in/together: kirişleri birbirine eklemek, geçme yapmak.
kirişleri birbirine eklemek üzere uçlarını kesmek.
artan iş hacmiyle baş etmek
Fiil
bir durumla baş etmek
Fiil
güçlüklerle başa çıkmak
Fiil
azami tüketimle baş etmeye çalışmak
Fiil
nakliyat yüküyle baş etmek
Fiil
nakliyat yüküyle başetmek
Fiil
bir durumla baş etmeye çalışmak
Fiil