1. İsim (gereksiz) telâş, faaliyet, sağa sola koşuşma.
    What's all this fuss about? Bütün bu telâş niye?
  2. İsim yaygara, gürültü.
    What a fuss about nothing! Don't make so much fuss over losing a penny.
  3. İsim itiraz, tartışma, sızıldanma, şikâyet (çoğunlukla önemsiz bir şey hakkında).
  4. İsim ufak kavga, ağız dalaşı.
    Ended up having a pretty good fuss with my wife.
  5. İsim endişe, vesvese.
    get into fuss: endişelenmek, endişeye/vesveseye kapılmak.
  6. İsim cansıkıntısı/memnuniyetsizlik gösterisi, (sonu çoğunlukla cezalandırmaya varan) öfke, kızgınlık.
    There's
    sure to be a fuss when they find the window's broken.
  7. Fiil (gereksiz yere) telâşlanmak, telâş etmek, (ortalığı) telâşa vermek, endişelenmek, endişeye kapılmak.

    Don't fuss; we're sure to catch our train.
  8. Fiil sızıldanmak, şikâyet etmek.
  9. Fiil (basit/önemsiz şeylerle) canını sıkmak, sinirlendirmek, taciz/iz'aç etmek.
    Don't fuss him while he's working.
  10. Fiil titizlenmek, titiz davranmak, ince eleyip sık dokumak.
    not be fussed (about something)
    Brit.-
    k.d. kalendermeşrep olmak, fark gözetmemek, ince eleyip sık dokumamak.
    “Would you like tea or coffee?” “I'm not fussed (= I would like either)” “ Çay mı istersiniz, kahve mi?” “Farketmez (hangisi olursa olsun)”
huysuzlanmak Fiil
perişan halde olmak Fiil
ortalığı telâşa vermek, yaygara koparmak, pireyi deve yapmak, (hiç yoktan) mesele çıkarmak.
bir şey hakkında meraklanmak Fiil
titizlenmek Fiil
mızmızlık etmek Fiil
(a) aşırı/gereksiz ilgi göstermek, titiz olmak, vesveseli/endişeli olmak.
She fusses too much about
her health, she's always trying some new medicine. (b) herşeye titizlenmek, durmadan mesele çıkarmak.
gereksiz telâş.
My mother's full of fuss and feathers this morning: Annem bu sabah pek telâşlı.
aşırı sevgi/düşkünlük göstermek, üzerine titremek, üstüne fazla düşmek.
She fusses over her youngest son.
süslemek, süslü/cazip göstermek için uğraşıp durmak.
önemsiz şeyler için telaş etmek Fiil
mızmızlanmak Fiil
(birinin) üzerine titremek, aşırı düşkünlük/iptilâ/sevgi göstermek, birini fazla ağırlamak.
make a
fuss about sth: bir şeyi mesele yapmak.
bir şeyi büyütmek Fiil