all in all

  1. hepsi(ni), tamamı, tümü, bütünü (ile), bütün olarak, topu topuna, genel olarak, herşeyden önemli.
    Taking
    it, take all in all: Alıyorsan hepsini al.
    They were all in all to each other: Birbirinin herşeyi idiler.
    all inall, her condition is greatly improved: Genel olarak durumu çok düzeldi.
    He imagines that he is all in all in business: Kendini iş hayatında çok önemli sanıyor.
    There were ten people all in all: Topu topuna on kişi vardı.
    all told: tamamı, hepsi, tümü.
Bir bütün olarak ele alındığında,
yorgun, bitkin, bitap.
We were all in at the end of the day: Günün sonunda hepimiz bitap düştük.
bir bankanın vadesi gelmemiş bir döviz kambiyo senedi satın aldığında uyguladığı kur
zamanı gelince, münasip zamanda.
Herşeyin bir zamanı var.
birlikte
bir arada
prim gibi yan ödemeleri içeren ücret
temel zaman esaslı ücret planına ek olarak ödenen ikramiye
doğal, normal, tabiî, mutat.
It's all in the day's work: Ne yapalım? bu böyledir.
hep aynı terane
tam rüzgâra maruz.
serbest güreş
fiyatların genel olarak yükselmesi
çırpınmak Verb
baştan aşağı çamura bulanmak Verb
tamamıyla altüst durumda olmak Verb
bir şeyin lehinde olmak Verb
baştan aşağı çamura bulanmış olmak Verb
(otomobil) yıl boyunca işletilmek Verb
aklı başında olmak Verb
aklı başında olmak Verb
melekelerine hâkim olmak Verb
her şey de mükemmel olmak Verb
bütün alışverişlerinde tam dürüst olmak Verb
bir sorunu bütün yönleriyle ele almak Verb
her türlü mal ticareti yapmak Verb
baştan başa beyazlar giyinmiş
bütün durumları tek bir formül içinde toplamak Verb
tüm enerjisini bir şeyde kullanmak Verb
dört bir taraftan akın etmek Verb
bütün finansal alanlarda iş görmek Verb
her türlü mali alanda iş görmek Verb
değeri durmadan düşmek Verb
her türlü havada dışarı çıkmak Verb
her türlü hava da dışarı çıkmak Verb
tüm servetini hisse senet dilerine yatırmış olmak Verb
tüm servetini hisse senetlerine yatırmış olmak Verb
(kural) her halükârda geçerli olmak Verb
bütün engellere karşın yolunda gitmeye devam etmek Verb
bütün bunların yanısıra, tüm bunların yanısıra, tüm bunların yanında, bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar
da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük
Adverb
hepsi, hepsi dahil, hep beraber, topu topuna.
They are ten in all: Hepsi on kişidir.
toplam olarak, topu topuna, hepsi.
We were fifteen in all.
(a) vicdanen.
I couldn't do such a vicked thing in all conscience: Vicdanen böyle bir kötülüğü
yapamam/Onu yapmaya vicdanım müsaade etmez. (b) doğrusu, şüphesiz, kesinlikle, mutlaka, hiç kuşkusuz.
doğrusu, hakçası, dürüstlükle, tam tarafsız/dürüst/âdilâne davranışla.
in all fairness to him:
ona karşı haksızlık etmemek için.
Açıkçası, ... Adverb
bütün cepheleriyle
bütün yanlarıyla
büyük bir ihtimalle, pek muhtemeldir ki, ağlebi ihtimal.
In all likelihood (= very probably) we shall be away for a week.
kemali tevazu ile, övünmek gibi olmasın (ama).
I can say, in all modesty, that there's no more successful
man in the whole town than me.
bütün öteki hususlarda
pek muhtemel olarak, her halükârda.
mantıkî olarak, makul düşünülürse.
her açıdan Adverb
her hususta
her bakımdan
her yönden Adverb
ciddi ciddi
her boy ve stilde
...'in her aşamasında Adverb
...'in tüm aşamalarında Adverb
bütün kural ve nizamlara karşı gelme
taleplerin tamamıyla ödenmesi
Hesapta bu da var (Bir işin hem iyi hem kötü tarafına razı olmalı).
hiçbir surette olamaz
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek Verb
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek Verb
her şeyde mükemmel olmak Verb
bütün bilgisini sergilemek Verb
bütün sermayesini bir işe yatırmak, varını yoğunu tehlikeye atmak.
bütün yazışmalarda kaydedilecek referans
bir buluşla ilgili bütün hakları saklı tutmak Verb
suçu bütün çıplaklığıyla ortaya koymak Verb
suçu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak Verb
dört bir yöne saçılmak Verb
otobüste bütün yol boyunca ayakta gitmek Verb
her tehlikeye göğüs germek Verb