slow

  1. yavaş.
    You're going too slow. a slow-moving traffic.
    slow but sure: yavaş fakat emin.
  2. uzun süren, çok zaman alan.
    a slow trip. a slow meal. a plant of slow growth.
    He was not slow
    to answer: Cevap vermekte gecikmedi.
  3. ağır, bati.
    cook in a slow oven: ağır ateşte pişirmek.
    slow to anger: kolayca hiddetlenmez.
  4. güç anlayan, kalınkafalı.
    a slow student.
    to be slow off the mar = to be slow on the uptake:
    geç intikal etmek, geç anlamak.
  5. durgun, hareketsiz, cansız, pek az faaliyet gösteren.
    The market was slow today.
  6. yavaşlatıcı, hızlı harekete/koşmaya elverişsiz (koşuyolu vb.).
    a tennis court with a slow surface.
  7. ağır yürür, yavaş gider, geçmek bilmeyen.
    It's been a slow afternoon.
  8. (saat) geri (kalmış).
    That clock's ten minutes slow: O saat on dakika geridir.
  9. can sıkıcı, bıktırıcı.
    a slow town. What a slow party!
  10. yavaş yavaş, ağır ağır, aheste aheste.
    Go slow: acele etmemek, yavaştan almak. işi kasten yavaşlatmak.

    You should go slow until you're fully recovered: Tamamen iyileşinceye kadar yavaştan almalısınız.
    go slow with one's provisions: erzakını idare ile kullanmak.
  11. Verb yavaşla(t)mak, hızı azal(t)mak.
    The train slowed as it approached the station.
  12. Verb gecik(tir)mek.
    The strike will slow our deliveries.
geri kalmak Verb
(saat) beş dakika geri kalmış olmak Verb
(işi) yavaşlatmak, ağırdan almak.
(Br) işçilerin çalışmayı yavaşlatması
işe dikkatle girişmek Verb
bir gösteriyi uyutucu bulmak Verb
sabit değerler Noun
uzun bir zaman sonra defter fiyatına yakın bir değerle paraya çevrilebilen sabit kıymet
kolayca paraya çevrilmeyen varlıklar Noun
hemen nakde dönüştürülemeyen aktifler Noun
hareketsiz varlıklar Noun
hesap işlemlerini çabuk yapmayan
gittikçe artan öfke.
do a slow burn: gittkçe öfkesi artmak.
geç gelişen çocuk
ağır yürüyen/çalışan kimse, mankafa, kalınkafa. Noun
ağır gelişen çocuk
hızını kesmek Verb
yavaşlamak Verb
hızını yavaşlatmak Verb
hız kesmek Verb
yavaşlatmak Verb
yürüyüşünü yavaşlatmak Verb
ağırlaştırmak Verb
doların dışarıya akışını yavaşlatmak Verb
dışarı dolar akımını yavaşlatmak Verb
sınai gelişimi ağırlaştırmak Verb
sanayi inin gelişmesini yavaşlatmak Verb
sanayinin gelişmesini yavaşlatmak Verb
enflasyonun hızını kesmek Verb
yatırımları yavaşlatmak Verb
konjonktürü yavaşlatmak Verb
işin gidişini yavaşlatmak Verb
fiyatların yükseliş hızını kesmek Verb
fiyatların yükselme hızını yavaşlatmak Verb
Sakin ol! Sentence
yavaşla(t)mak, gecik(tir)mek, (hız) azal(t)mak, yavaştan almak, acele etmemek.
He slowed the car down.
Economic growth has slowed down dramatically. He needs to slow down a little or he'll get an ulcer.
To slow up (to a stop): Çabucak hızını kesip durdurmak.
(tüfekle) yavaş ateş. Noun
rahvan yürüyüş. Noun
ağır sürümü olan mallar Noun
posta treniyle gönderilen eşya
posta treni ile sevk edilen mallar Noun
ağır gelişme
yavaş yanan kibrit. Noun
yavaşlatılmış hareket
(sinema filmi ve televizyonda) ağır çekim
ağır çekim Noun, Cinema
(film) yavaşlatarak oynatma
yavaş hareket gören
sürümü olmayan mallar Noun
borcu geç ödeme
ağır ateşle pişiren fırın, az sıcak fırın. Noun
borcunu geç ödeyen kimse
ağır giden satışlar Noun
yavaşlatmak Verb
posta treni
hızını kesmek Verb
ağır çalışan işçi
ağır tempoda
bir şeyde becerikli olmak (marifetli , beceriksiz , eli çabuk , eli ağır vs olmak Verb
ağır harekete geçmek Verb
zamanında ödeme âdeti olmamak Verb
ödemeleri gecikmeli yapmak Verb
ödemeleri gecikmeyle yapmak Verb
geri kalmak Verb
anlayışı kıt olmak Verb
kafası çabuk işlememek Verb
zor idrak etmek Verb
bir işe ağır başlamak Verb
ağır adımlarla yürümek Verb
(Br) yük vagonu ile göndermek Verb