1. orada, şurada.
    “Where is your book? “ there it is!”: Kitabın nerede? “İşte orada!”
    there's
    the difficulty: zorluk orada.
  2. oraya, şuraya.
    Put it there: Onu oraya koy.
  3. o noktada, orasında.
    He stopped there for applause.
  4. o hususta.
    His anger was justified there: O hususta öfkelenmekte haklı idi.
    there you are wrong:
    O hususta yanılıyorsun.
  5. o yere. oraya.
    We went there last year: Geçen yıl oraya gittik.
  6. ora, orası, o yer.
  7. şu, oradaki.
    Ask that man there: Oradaki adama sor.
  8. işte! bak! gördünmü?
    there! It's done! İşte, (gördün mü), oldu bitti!
    there she comes: İşte geliyor!
  9. hey!
    Hurry up, there! Hey, çabuk ol!
  10. haydi.
    there! never mind: (çocuğa) Haydi haydi, zarar yok, üzülme!
    there, there, don't cry: Haydi, haydi, ağlama.
  11. kelimesi
    be fiilinden önce gelince varlık belirtir ve özne fiilden sonra gelir:
    there is:
    var.
    there is not: yok.
    there was: vardı.
    there will be: olacak.
    there is still time: Daha vakit var.
    there is a burglar downstairs: Aşağıda hırsız var.
    there is no reason: sebep yok.
    Is there anybody at home? Evde kimse var mı?
uyanık, çevik, açık göz.
He's all there: çok açık gözdür.
Orada mısınız?
akılı yerinde olmak Fiil
listenin başında olmak Fiil
tesadüfen orada olmak Fiil
yavaş ol
oradan
başarmak, amacına ulaşmak.
sebat etmek, yılmamak, dayanmak, direnmek, cesaretini yitirmemek.
haberdar.
(a) yer yer, şurada burada, ötede beride.
here and there we saw an early crocus blooming. (b)
arasıra, kâh … kâh, zaman zaman.
We heard gunfire here and there.
bir tahtası eksik
mücadele halinde.
ilgisi/ilişiği/önemi yok, mesele o değil.
What he took is neither here nor there; what we want to
know is what he did with it: Ne aldığının önemi yok, mühim olan mesele onu ne yaptığıdır.
That's neither here nor there: Bunun konu ile ilgisi yok!
kaçık
buraya çöp atılamaz
kaçık, aklı başında değil.
He is not all there: Aklı başında değildir.
(a) oraya, orada, o taraf(t)a.
Let's go over there. (b)
ABD-k.d. (Birinci Dünya Savaşından
sonra) Avrupada, Avrupaya.
el sıkışma
bir cümleden olmayan bir anlam çıkarmak Fiil
! işte o kadar!
I shall do as I like, so there! Canımın istediğini yaparım, işte o kadar!
tam o anda, o esnada, derken, hemencecik, hemen oracıkta, derhal, derakap.
aklı başında olmamak.
He is not all there, but his family refuses to have him committed to an institution:
Onun aklı başında değil, fakat ailesi akıl hastanesine yatırmayı reddediyor.
dediğiniz doğru
(Vallahi) bunu bilmiyorum.
“ o yer, o zaman/vakit” anlamları katar. Ön Ek
hah şöyle
(yolculuk , Br) gidiş geliş
Binlerce … var. Cümle
Bir sürü … var. Cümle
…den geçilmiyor. Cümle
… kaynıyor. Cümle
…lerin sürüsüne bereket. Cümle
Sayılamayacak kadar çok … var. Cümle
kaldırılması gereken birçok kötü gelenek ve kanun var
Çok açıkgözdür, anasının gözüdür, hinoğlu hindir.
masada iki kutu var hangisini istersen al
Hiç şüphe yok ki, ...
sigorta atmak Fiil
... olması ihtimali %.... Cümle
yolda viraj var
İşin “fakat”ı var/Pek tahmin edildiği gibi değil/Kazın ayağı öyle değil!
But me no buts: İtiraz
istemem! Fakat makat dinlemem!
aralarında bir hısımlık var
gerekli çoğunluk vardır
bu saat bir yıl garantili
… kaynıyor. Cümle
Bir sürü … var. Cümle
…lerin sürüsüne bereket. Cümle
Sayılamayacak kadar çok … var. Cümle
…den geçilmiyor. Cümle
Binlerce … var. Cümle
gelme olasılığı pek yok
Herkesin zevkine karışılmaz/Bu bir zevk meselesidir.
Ne kadar para versen işe yaramaz; ikna olmam mümkün değil. Cümle
Ne kadar para versen boşuna; ikna olmam mümkün değil. Cümle
Ne kadar para versen ikna olmam. Cümle
Ne kadar para versen beyhude; ikna olmam mümkün değil. Cümle
görünürde iki olay arasında bağlantı yok
bu mahkeme kararı temyiz edilemez
yiyecek maddelerine kıran girmedi
-e şüphe yoktur
... şüphesizdir
Her güzelin bir kusuru vardır. Pürüzsüz saadet yoktur.
haddi hesabı yok
birbirlerini hiç sevmezler İsim
Paniğe gerek yok.
boşuna beklemek Fiil
bilinmez, kimse bilemez/söyleyemez.
There is no saying what will happen: Ne olacağını kimse bilemez.
Nasıl bir tepki göstereceğini bilmek imkansız.
Nasıl bir tepki göstereceği bilinmez.
Ne yapacağı bilinmez.
Ne yapacağını bilmek imkansız.
Ne olacağını kimse bilmez.
Ne zaman döneceğini bilmek imkansız.
Ne zaman döneceği bilinmez.
Nereye gittiğini bilmek imkansız.
...menin alemi yok. Cümle
...menin anlamı yok. Cümle
...menin manası yok. Cümle
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
... diye birşey yok.
Reklamın kötüsü olmaz. Cümle, Reklamcılık
onda kibir denen şey yok
Aramızda birşey yok.
başka sözüm yok
bir tabak eksik
daha iyisi olabilirdi
yirmi kişilik oturmak acak yer mevcuttur
işler kötü gidiyor
hele şükür, çok şükür.
There now, I've at last got the engine started: Hele şükür, nihayet motoru çalıştırabildim.
oy vermeye katılım büyük olmuştu
kimsecikler yoktu
etrafta kimse yoktu
Odada ağlamayan yoktu.
Hâlinde bir fevkalâdelik vardı.
Atalarımız bizden çok üstün kimselerdi.
teklif veren çıkmadı
O işi ikimiz beraber yaptık.
! (a) Ben demedim mi! (b) demek geldin ha! (c) Buyurun, işte!
İşte oldu.
(a) kıyamet kopacak.
There'll be hell to pay if we don't get this work done on time. (b) çekeceği var, başı derde girecek.
there is.
there has.
ne gezer! nerede! böyle şey arama! demek ki bu!
There's gratitude for you! Demek ki senin minnettarlığın bu!
Amasyanın bardağı, biri olmazsa bir daha. Sıfat
Aralarında hiç fark yoktur/Ha o, ha öteki, farketmez.
İleride ne olacağı bilinmez.
Göründüğü kadar deli değil.
işin altında iş var; daha bilinmeyen gerçekler/sebepler var.
Zevkler ve renkler tartışılmaz. Cümle
kıyas kabul etmez, mukayese edilemez, arada dağlar kadar fark var.
Yaşlı budalanın eşi bulunmaz.
Senden de hiçbir şey kaçmıyor.
Senden de hiç kaçmıyor.
İkisinin ortası olamaz.
ara sıra tek bir kadehin zararı yok
hiç kuşkusuz/şüphesiz, hiç şüphe yok ki.
There's no mistake about it, he's the biggest fool I've met.
yanlışlığa imkân yok, yanlış(lık) olamaz, mutlaka, kesinlikle, hiç şüphesiz.
There was no mistaking
the menace in his voice: Sesi kesinlikle tehditkârdı.
...'in bir anlamı yok.
...menin alemi yok. Cümle
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Bilinmez, tahmin edilemez.
There was no telling what sort of trouble he might get into: Başına ne bela geleceği bilinmezdi.
Hiç belli olmaz. Cümle
Belli olmaz. Cümle
katresi kalmadı
(a) kımıldanacak yer yok (çok dar yer), (b) iğne atsan yere düşmez (çok kalabalık).
bu mallara pek talep yok
Elimden birşey gelmez.
Yapabileceğim birşey yok.
...'de şeytan tüyü var.
...'de adını koyamadığım birşeyler var.
Sende bir değişiklik var.
herşeyin zamanı zemini var
Geldik sayılır.
Sorusu olan var mı? Cümle, Eğitim
Orada mısın? İsim
… yok mu? İsim
dur! bırak! (bir işi yapmaya son ver anlamında).
Bir yolunu bulup oraya git.
Bir şekilde oraya git.
defalarca oraya gitmiş olmak Fiil
etraf(t)a, ortalığa, her taraf(t)a.
There were toys here, there and everywhere in the house: Evin
her tarafına oyuncaklar yayılmıştı.
tahmin imce kırk kadar olmalı
Hayrola! inşallah herşey yolunda!
Aynı fikirdeyim.
Kimse yok mu?
Bir sorun mu var?
… yok mu? İsim
gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda Zarf, Hukuk
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Zarf, Hukuk
ödenmesi gereken bir şey var mı ?
deprem olacağını söylemek Fiil
(Br) gidiş dönüş
Az kaldı. İsim
Kim o? Kim var orada?
İstenirse herşey olur. Cümle
Çıkmadık candan ümit kesilmez. Cümle
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Cümle
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Hey, gözünü aç, dikkat et.