(a) sıfatıyla, … olmak hasebiyle.
The officer of law, as such, is entitled to respect: Kanun adamına,
bu sıfatla (bu sıfatından dolayı) hürmet etmek gerekir. (b) aslında.
The position, as such, does not appeal him; but the salary is a lure: Aslında makam pek hoşuna gitmiyor, fakat maaş çekicidir.
sadece, bu sıfatla, bu itibarla, böyle olmak sıfatıyla, haddi zatında.
I am a doctor, and as such, must refuse to do this: Ben bir doktorum, bu sıfatla/itibarla bunu yapamam.
Latin, as such, is not very useful, but as one of the sources of English it is important: Lâtince haddi zatında o kadar yararlı değildir, fakat İngilizcenin kaynaklarından biri olarak önem taşır.
çok, pek, aşırı, ziyade.
It's ever so cold: Hava pek soğuk.
Thank you ever so much: Pek
çok teşekkür ederim.
She's ever such a nice girl: Son derece güzel bir kız.
She is ever so much prettier than her sister: Kızkardeşinden kat kat güzeldir.
I waited ever so long: Okadar bekledim ki …
ever so often: sık sık, pek sık.
filân kimse, öyle biri ki.
belirli bir miktar.
Allow such an amount for food and rent, and the rest for other things.
aynı türden bir tane daha
bilinen bütün gerçekler bunlardır
bütün bilinen gerçekler bunlardır
gibi, örneğin, meselâ.
There are no such things as fairies: Peri diye bir şey yoktur.
such people = people such as these: bu gibiler, böyle kimseler.
until such time as: -inceye kadar.
olduğu gibi, her nasılsa, pek iyi değilse de.
The food, such as it is, is abundant: Yiyecek pek iyi değilse de boldur.
ki bu onayın verilmesinden makul olmayan nedenlerle kaçınılmayacaktır
Law
bu kadar düşük maaşla idare edilebilir mi ?
çakı gibi bir şeyin var mı ?
böyle muameleye alışık değilim
... gibi konularda
Adverb
... gibi konularda
Adverb
... gibi konularda
Adverb
Reklamın kötüsü olmaz.
Sentence, Advertising
öyle bir noktaya gelmeli ki
Niye böyle birşey yaptın ki?