oldukça iyi durumda olmak
Verb
uygun fiyat teklif etmek
Verb
muhtemel olmak, … olabilmek.
This entry bids fair to win first prize.
muhtemelen başarı sağlamak
Verb
yıllık panayır, çiftlik ürünleri ve hayvan panayırı.
kavga, arbede, dalaş, herkesin katıldığı/kıran kırana dövüş.
Noun
dürüst, haklı, makul, doğru, insaflı, hilesiz.
a very fair man to do business with. a fair decision.
He is strict but fair: Sert, ciddî fakat insaflıdır.
to give someone fair warning of sth: dürüstlükle ihtar etmek.
All's fair in love and war: Aşkta ve savaşta her şey mubahtır/caizdir.
fair minded: makul düşünceli.
By fair means or foul: ne yapıp yapıp, her ne pahasına olursa olsun, hangi vasıta ile olursa olsun.
Adjective
âdil, hakkaniyetli, hakşinas, meşru, kurallara/yasalara uyan/uygun.
fair play: hakşinaslık, tarafsızlık,
dürüst hareket/davranış.
a fair fight. a fair win. a fair judge.
given a fair chance: (âdilâne) imkân verildiği takdirde.
fair game: (a) yasak olmayan av, (b) meşru hedef.
Adjective
bol, yeterli, geniş, vasi.
a fair income. a fair estate. They own a fair piece of property.
Adjective
orta, vasat, şöyle böyle, yeterli, kifayetli, oldukça iyi, orta halli, ne çok iyi ne çok kötü.
fair health. a fair crop. She has a fair understanding of the subject.
Adjective
uygun, müsait, muvafık, ümit verici, vaitkâr, uğurlu.
(to be) in a fair way (to): … üzere, yolunda,
amaca yakın (olmak).
She was in a fair way to win before she fell.
There is a fair chance that we shall win: Kazanmamız oldukça muhtemeldir.
Adjective
(a) güneşli, açık, bulutsuz veya az bulutlu.
fair sky. (b) iyi, güzel, yağmursuz/karsız/fırtınasız.
The weather will be fair today.
set fair: (hava) devamlı olarak iyi.
Adjective, Meteorology
müsait (rüzgâr), geminin ilerlemesine yardım eden (rüzgâr, akıntı).
We had fair winds all day.
Adjective, Maritime Traffic
açık, engelsiz, maniasız, engellenmemiş.
a fair road.
Adjective
düzgün, pürüzsüz.
a fair surface.
Adjective
saf, temiz, pak, arı, lekesiz.
a fair name. fair sparkling water. a man of fair fame. a fair copy of the report: raporun temiz bir kopyası.
Adjective
okunaklı, açık seçik.
fair handwriting.
Adjective
sarışın, kumral, lepiska (saçlı).
fair skin/hair/complexion.
Adjective
güzel, cazip, lâtif.
a fair young maiden. a fair lady.
the fair sex: cinsi lâtif.
Adjective
kibar, zarif, nazik, hoş.
He spoke fair words.
Adjective
oyalayıcı, aldatıcı, yaldızlı, görünüşte iyi/güzel fakat aslında yalan.
fair promises: aldatıcı
vaitler.
put someone off with fair promises: birini güzel vaitlerle oyalamak.
Adjective
dürüst(çe), dürüstlükle, âdil(ane), hakça.
play fair: (a) dürüst davranmak, hakça mücadele etmek,
(b) kurallara göre oynamak.
to act fair and square: dürüst/tarafsız/âdilâne davranmak.
Adverb
uygun/muvafık/müsait bir şekilde, yolunda.
Adverb
tamamen, tamamıyla, kâmilen, büsbütün.
It happened so quickly that it fair took my breath away.
Adverb
fuar, panayır.
a world's fair = an international fair: milletlerarası fuar.
a trade fair: ticaret fuarı.
Noun
(hayır işi için) eğlenceli sergi, satış.
The church held a fair to raise money.
Noun
dürüst/haklı/âdil/iyi/doğru olan şey.
Noun
(a) kadın, (b) maşuka, mahbube, sevgili, yavuklu.
Noun
sigorta edilebilecek riskler
Noun
adalet ve nisfete uygun değer
(beyzbol) saha içinde kalan top.
(alıp kaçmayacağını işaret ederek) futbol topunu yakalama.
neşren hakaret suçu ile ilgili olarak kullanılan bu deyim yazarın adı doğru olmasa da yazdığının doğruluğuna
içten inanıldığını ifade eder
eşit şartlar altında rekabet
adil rekabet
Noun, Competition Law
müflisin satmış olduğu bir malın gerçek değerine tekabül etmeyen bir bedel olmakla birlikte dürüst ve
iyi niyetle yapılan bir satış sonucunda alınan b
tıpkı-kopya, aslına uygun kopya.
Noun
temiz kopya, düzeltildikten sonra temize çekilmiş nüsha.
Noun
Başkan Truman'ın iç politikası.
Noun
kardeş payı! herkes eşit hisse alsın! (Haksız muameleden şikâyet ederken söylenir).
peki, kabul, uygun, münasip.
“You can stay here overnight.” “That's fair enough.”
kabul, mutabıkız, pekâlâ, anlaştık.
(a) avlanması sakıncasız hayvanlar, (b) meşru hedef, sözle hücum edilebilecek kimse.
A politician is a fair game for everyone: Politikacılar herkes için meşru hedeftir.
evi satarken/kiraya verirken ırk farkı gözetmeme.
Noun
tarafsız jüri üyelerinden oluşan mahkeme
muayyen bir şeyin muayyen zamandaki piyasa değeri
dürüst/âdil/insaflı/tarafsız davranış/muamele, tarafsızlık, hakkaniyet, hakşinaslık.
Noun
kurallara uygun oynanan oyun.
Noun, Sports
ticaret ve rekabetin dürüst ve hakkaniyetle yapılması
sigorta edilebilecek riskler
Noun
icra marifetiyle açık artırmalı satış
usulüne göre yapılan icra yoluyla satış
cinsi lâtif, kadın(lar).
Noun
cinsi lâtif, kadınlar.
sterner sex: erkekler.
dürüst/tarafsız/âdilâne davranış.
Noun
özü sözü doğru, açık konuşan, doğruyu söyleyen doğru sözlü.
tenzilatsız satış, taban fiyat anlaşmasına uyan ticaret.
Noun
(US) dikey fiyat oluşturma
adil yargılanma
Noun, Law
hakkaniyete uygun yargılanma
Noun, Law
bir malın ihraç edildiği memleket tarafından vergilendirmek amacıyla değerinin saptanması
piyasa değeri üzerinden değerlendirme
gerçeğe uygun değer
Noun, Accounting
piyasa değeri
Noun, Accounting
uygun ve adil ücretler
Noun
ücrette adalet
Noun, Employment
bir liman ya da ırmakta gemilerin kullandığı şamandıralarla işaretlenmiş derin su yolu
birine dürüst davranmak
Verb
kabul edilebilecek durumda
uluslararası ticaret fuarı
fuara katılmak için aday olmak
Verb
dürüst oynamaya çalışmak
Verb
dostça konuşmak, yaklaşıp söz açmak.
belli bir alanda sınırlı fuar
meslek fuarı
Noun, Management
mesleki fuar
Noun, Management
(bilanço , Br) gerçek ve doğru görünüm
bâtıllıklar fuarı (Bunyan'ın Hac Yolunda adlı eserinde adı geçen Vanity şehrindeki sergiye izafeten).