matbaa harfi yüksekliğinde
(hisse senedi) değerler yüksek düzeyde seyretmek
Verb
(fiyatlar) yüksek olmaya devam etmek
Verb
(a) yüksekte uçmak, (b) çok ihtiraslı/hayalperest olmak, gözü yükseklerde olmak, (c) coşmak.
hayal peşinde koşmak, havalarda uçmak, büyük emeller beslemek.
(uyuşturucu alan) kafayı bulmak
Verb
yüksek, yüksekliğinde, boyunda.
How high is the tower? It's 200 m high. A high building/mountain/tree etc.
Rooms with high ceilings: Tavanları yüksek odalar.
Adjective
yüce, ulu.
high place: kutsal sayılan tepede tapınak.
Adjective
yüksek, yükseltilmiş, mürtefi.
Adjective
aşırı, fazla, yüksek, koyu.
high speed. high fever. The gas is kept at high pressure.
high color: koyu renk.
Adjective
pahalı, fahiş, yüksek(fiyat).
high prices. high rents. Strawberries are high in winter.
Adjective
asil, soylu, necip.
Set out with high purposes. high society/circles.
Adjective
tiz, yüksek perdeden, yüksek frekanslı.
She has a very high voice.
Adjective, Music
yüksek(ten), yukarı(dan).
A high dive/jump.
Adjective
baş, şef, yüksek rütbeli.
a high official.
Adjective
önemli, ciddî, vahim.
Adjective
kibirli, mağrur, kendini beğenmiş, azametli, haşmetli.
a high manner. have high words:
kavga/münakaşa etmek, atışmak, verip veriştirmek.
Adjective
ileri, ilerlemiş, en yüksek derecesine erişmiş, ortası.
high tide. high moon. They met at high noon, with the sun's heat beating down on them fiercely.
high summer: yaz ortası, yazın en sıcak zamanı.
It's high time: Zamanı geldi de geçti bile, zamanı geçmek üzere, vakit dar.
It's high time we went: Artık gitme zamanımız geldi.
Adjective
(neşeden) coşkun, taşkın, şen şatır, mutlu, bahtiyar.
in high spirits: mutlu, neşeli, keyfine
payan yok.
have a high time: çok eğlenmek.
Adjective
zengin, müreffeh, refah içinde, lüks.
high fashion: lüks giyinme tarzı.
high living: refah
içinde yaşayış.
food high in vitamin: vitamince zengin besin.
high life: lüks hayat.
Adjective
tutkun, sarhoş, esrar/içki etkisi altında.
Adjective
kutuplara yakın.
high latitude.
Adjective, Geography
(politikada, dinî konularda vb.) müfrit, aşırı giden.
high Tory: müfrit Muhafazakâr Partili.
Adjective
güçlü, kuvvetli.
Adjective
yüksek (vites).
the high gear of an automobile.
Adjective, Automobiles
yüksek.
high vowel: yüksek ünlü, dilin yuvarlak konumunda söylenen ünlü (i, ü, u ünlüleri gibi).
Adjective, Phonetics
(et) hafifçe bozulmuş/kokmuş/ağırlaşmış.
Adjective
(beyzbol) omuz hizasından yukarı (top).
Adjective
(iskambil) (a) yüksek değerli (kart), (b) kazanç sağlayan, oyunu kazandıracak değerde.
Adjective
ciddî, vahim, ağır.
high treason. high crimes.
Adjective
kritik, heyecanlı, heyecan verici.
high tragedy. high adventure. The high point of the novel is the escape.
Adjective
(deniz, fırtına vb.) şiddetli, kuvvetli, sert, azgın.
high winds.
Adjective
yüksekte(n), yükseğe, yüksek seviyede/yer(d)e/noktada/noktaya.
The plane flew high above. He climbed higher on the ladder.
high dive: yüksekten dalış.
Adverb
yüksek mevki/makam.
He aims high in his political ambitions.
Adverb
çok miktarda, yüksek fiyat(la).
Adverb
zengin, bolluk/refah içinde.
Adverb
rüzgâra karşı.
Adverb, Maritime Traffic
yüksek vites.
Noun, Automobiles
yüksek basınç (merkezi).
bk.: anticyclone, low3 (4).
Noun, Meteorology
yüksek yer, tepe, gökyüzü.
Noun
yüksek seviye/derece/mertebe.
The cost of living reached a new high.
Noun
uyuşukluk, sarhoşluk, (eroin vb. kullananlarda görülen hal).
Noun
(kilisede) baş mihrap.
Noun
%20'den fazla bitki besini içeren (gübre).
Adjective
(taşıtlarda) uzak farı, uzağı aydınlatan lamba.
Noun
sanat bakımından çok fena fakat ilginç ve şık/zarif/gösterişli.
mama sandalyesi: küçük çocukların oturup yemek yedikleri, önüne yemek tepsisi takılabilen yüksek bacaklı sandalye.
Noun
Katolikliğe meyleden ve âyinlere çok önem veren (Anglikan kilisessi).
High Churchman: bu kilisenin papazı.
kibar güldürü: kibar zümreye hitabeden, ince nüktelerle dolu komedi. low comedy
Noun
yüksek komiser: İngiliz milletler topluluğuna bağlı ülkelerden birinin diğeri nezdindeki elçisi.
Noun
yüksek yoğunluklu
Information Technology
üst uç
Information Technology
kuvvetli patlayıcı madde (dinamit vb.).
higher-explosive: kuvvetli patlayıcı.
Noun
doğal sesli (radyo/pikap vb. seslendirme cihazı): sesi bozmadan (distorsiyonsuz) kaydeden ve üreten cihaz.
büyük malî işletme, bu işletmeye katılan malî kurum.
Noun
yüksek frekans(lı), frekansı 3-30 MHz arasında olan.
(otomobilde en yüksek hızı sağlayan) yüksek vites, son hız.
Noun
yabancı sermaye miktarını artırma
Batı Alman dilleri grubu: Almanca, Eskenazice, Bavaryaca ve Orta Almanyadaki birçok lehçeler.
Noun
siyah ipekten uzun şapka. \
Noun
yüksek faizle alınan para
yönetici siyasi çevreler
Noun
en önemli/en heyecanlı nokta.
çok yetenekli satış mümessili
yüksek çözünürlük
Information Technology
henüz ödenmemiş faturaları toplamı tesisin saptadığı sınıra yaklaşan
okyanusla bitişik dış karasuları
Noun
ortaya atılan büyük miktar
saptanan bir iş standardıdır
yüzdeyüz üretim ölçüsüne erişmek amacıyla işçi başına büyük miktarlarda parça üretimini esas tutar
ikindi kahvaltısı, mükellef çay ziyafeti.
(Br) hükümdara karşı hıyanet
yüksek-beta ; hisse senetlerinin istikrarsız (ürkek) olduğunu ifade eder
görüş şartlarının çok iyi olması
kabarık deniz
Maritime Traffic
yüksek verim getirmeyen ama fiyatı dalgalanan bir hisse senedi
(a) yukarıda, yüksekte, (b) ahirette, cennette.
(borsa fiyatları) yüksek düzeyde seyretmek
Verb
(fiyatlar) yüksekliğini sürdürmek
Verb
(fiyatlar) yükselmek
Verb
(fiyatlar) yükselmekte olmak
Verb