bir sorunu dostça halletmek
Verb
dergi ya da gazetenin içindeki bir reklamın yeri
kitabın asıl metninden sonra gelen ilâveler (kaynakça, bulduru, dizin, ekler vb.). front matter
bir ilanda küçük punto ile yazılmış sözler
(US) bir hususu kontrol etmek
Verb
bir meseleyi aydınlığa kavuşturmak
Verb
bir sorunu halletmek
Verb
bir maddenin bileşimi
Noun
bir meseleyi ertelemek
Verb
bir konuyu tartışmak
Verb
bir gazete ya da dergide reklam olmayan her şey
kitabın asıl metninden sonra gelen ilâveler (kaynakça, bulduru, dizin, ekler vb.). front matter
başyazı karşısına konan reklam metni
(US) mektup ve paket postası
Noun
meseleyi takip etmek
Verb
bir meseleyi takip etmek
Verb
başka bir mahkeme önünde bakılması gereken dava
sinir doku: özellikle omur ilik ve beyinde gri lifler ve sinir gözeleri içeren doku. white matter.
Noun, Anatomy
beyin, zekâ, akıl.
Use your gray matter: Düşün biraz!
Noun
idam cezası gerektiren husus
esas duruşmadan önce halledilen ikinci derecede önemli ihtilaf
bir konu hakkında karar vermemek
Verb
bir konuyu ilişmeden bırakmak
Verb
yeniden kullanılacak olan kullanılmış dizili harfler
bir meseleye eğilmek
Verb
bir şeyin icabına bakmak
Verb
(US) postaya gidecek şeyler
özdek, madde.
coloring matter: renkli madde.
organic matter: organik madde.
Noun
cevher, öz, ana madde.
the matter of the stars.
Noun
cerahat, irin, dışkı, idrar gibi vücuttan atılan madde.
Noun
konu, mevzu, husus, içerik, muhteva.
business matter . There was very little matter of interest in his speech: Nutkunda pek ilgi çekecek husus yoktu.
Noun
basılı/yazılı madde/evrak, evrak.
postal matter: posta evrakı.
printed matter: basılı evrak,
matbua.
matter for reading: okunacak evrak/kitap vb.
Noun
iş, husus.
a trivial matter: önemsiz bir iş.
settle the matters: işi/meseleyi halletmek/çözmek/kapatmak.
make matters worse: işi büsbütün çıkmaza sokmak/berbat etmek.
let the matter drop/rest: işi oluruna/yüzüstü bırakmak, peşini bırakmak, kovuşturmakdan vazgeçmek.
Noun
…'lık iş/mesele.
a matter of ten dollars: On dolarlık bir iş.
a matter of a few days: birkaç günlük bir mesele.
Noun
sorun, mesele.
a matter of time: zaman meselesi.
a matter of opinion: düşünce/oy meselesi.
a matter of taste: zevk meselesi.
a matter of serious thought: üzerinde ciddiyetle düşünülecek bir sorun.
That's quite another matter: O tamamen ayrı bir mesele.
Noun
önem, ehemmiyet, fark.
It's no matter what happens: Ne olursa olsun, farketmez.
Noun
the matter: güçlük, zorluk, nahoş durum, hoşnutsuzluk, endişe.
What's the matter with you? Neyin (ne zorun) var? Ne oldu? Derdin nedir?
Is there anything the matter with you? Sana/size bir şey mi oldu?
There is nothing the matter: Bir şey yok (endişeyi mucip bir hal yok).
as if nothing was the matter: hiçbir şey yokmuş/olmamış gibi.
There's nothing the matter with that idea: O fikre diyecek yok (O, yerinde bir fikir).
Noun
matter of/for: sebep, neden, vesile, konu.
a matter of complaint: şikâyet konusu.
a matter of great concern: büyük endişe vesilesi/konusu.
Noun
(a) özdek, madde, temel özelliği yer kaplama olan varlık, (b) (Aristo felsefesinde) ancak bilim yoluyla
gerçeklik kazanacak olan, henüz belirsiz olanak durmundaki şey.
Adjective, Philosophy
(a) dizilecek metin, taslak, müsvedde, (b) dizgi, baskıya hazır hurufat.
Noun, Printing
(Hristiyanlıkta) yanılsama, yanlış algılama, yanlış tasarım.
Noun
(a) dava konusu, (b) iddia, ispatı gereken husus.
Noun, Law
önemli olmak, ehemmiyetli/mühim olmak, önem/anlam taşımak, bir şey ifade etmek, farketmek.
It doesn't matter: Önemi yok, zararı yok, farketmez.
It doesn't matter if I miss the train, because there's another later.
What does it matter? Ne önemi var? Ne olur ki?
Nothing seems matter when you are very sick: İnsan ağır hasta olunca hiçbir şey gözüne görünmüyor.
I don't think anybody matters to her apart from herself: Kendinden başka kimseye önem vermiyor (Dünya umurunda değil).
cerahatlenmek, cerahat çıkarmak.
Pathology
kanıtlanması gereken husus
belgeyle kanıtlanabilecek
esasa taalluk etmeyen husus
hukuki mesele (kanun hükümlerinin veya hukuk prensiplerinin tatbiki ile saptanması veya kararlaştırılması gereken husus
ikinci derecede önemli olan şey
hafife alınacak mesele olmamak
Verb
(a) önemsiz, önemi yok, farketmez, önemli/mühim değil, zararı yok, aldırma, boş ver.
I wanted to see him before he left, but it's no matter: Gitmeden önce onu görmek istiyordum, fakat önemi yok.
It's no laughing matter: İşin şakası yok, şakaya gelmez. (b)
no matter what: ne olursa olsun, her ne pahasına olursa olsun, ne yapıp yapıp, hiçbir.
No matter how difficult: Ne kadar güç olursa olsun.
No matter what the excuse, you must not be late: Hiçbir şekilde (mazeretiniz ne olursa olsun) geç kalmamalısınız.
They're going to win, no matter what: Her ne pahasına olursa olsun (ne yapıp yapıp) kazanacaklar.
ne kadar ... olursa olsun
sanıldığı kadar önemsiz değil
hafife alınacak sorun değil
organik madde
Noun, Environment-Ecology
mektup ve paket postası
Noun
tartışılacak konu getirmek
Verb
bir işi sonuna kadar götürmek
Verb
bir konu hakında rapor yazmak
Verb
bir konuyu çözümlemek
Verb
bir dava konu sunda karar vermek
Verb
bir dava konusunda karar vermek
Verb
(US) dergi ve gazete postası
Noun
bir meseleyi halletmek
Verb
bir şeyi dostça çözümlemek
bir şeyi sulh yoluyla çözümlemek
bir meseleyi dostça halletmek
Verb
konu üzerinde konuşmak
Verb
(davalı) özel delil malzemesi
maddenin halleri
Noun, Chemistry
konu, mevzu, irdeleme/inceleme vb. konusu, bir kitabın/yazının/hikâyenin konusu.
Noun
bir konuyu tartışmak
Verb
(US) posta'da açık gönderilen matbua
hafife alınacak mesele olmama
beyaz madde: beyin ve omur ilikte bulunan beyaz sinir dokusu. gray matter
Noun
beyaz madde
Noun, Anatomy
beyaz cevher
Noun, Anatomy