[mouth]

ağızdan ağıza dolaşmak Verb
(haber) ağızdan ağıza dolaşmak Verb
herkesin ağzında
geme itaat etmeyen (at).
üzüntülü, meyus, hayal kırıklığına uğramış.
yerli yerine oturtmak Verb
(US) argo
hakkında kötü konuşmak Verb
zengin bir ailenin çocuğu olmak Verb
doğuştan şanslı olmak Verb
paşa çocuğu olmak Verb
birinin ağzını sulandırmak Verb
kudurmak Verb
zengin aileden, zengin ailenin çocuğu olarak doğmuş.
sözle, şifahen, ağızdan (yazılı değil).
ağızda kuruluk Noun, Medicine
ağız kuruluğu Noun, Medicine
kuru ağız Noun, Medicine
Beleş atın dişine bakılmaz. Sentence
üzgün, meyus, ümidini/cesaretini kaybetmiş.
üzgün, kederli, mahzun, suratı asık, meyus, karamsar, cesareti kırılmış.
köpürmek Verb
ihtiyatsızca, tutumsuzca, ilerisini düşünmeden, müsrifane, gelecek için bir şey artırmadan.
to live
from hand to mouth: bugün yiyip yarını düşünmemek.
dilden dile, ağızdan ağıza.
güvenilir kaynaktan, yetkililerden.
News from the horse's mouth: yetkililerden alınan haber.
ağzı köpüklü, ağzından köpükler saçılan.
ağızdan köpük gelmesi Noun, Medicine
ağız köpürmesi Noun, Medicine
düşüncelerini dile getirmek Verb
yoksulluk içinde
kıt kanaat
liman ağzı
(içkinin ertesi günü) ağız berbat olmak Verb
geveze/boşboğaz olmak, sır saklayamamak, ağzında bakla ıslanmamak.
He has a big mouth: Gevezenin biridir.
ağzı acı olmak Verb
yüreği ağzına gelmek, ödü kopmak, çok endişeli/üzüntülü olmak.
ağızı dolu olmak Verb
ağızı bıçak açmamak Verb
geveze geveze
ağzını tutmak Verb
herkesin ağzında
doğrudan kaynağından elde edilen bilgi
Ağızda eriyor. Food-Kitchen
susmak, ağzını kapamak, sır saklamak, ketum olmak.
susmak, sesini çıkarmamak Verb
güldükten sonra pişman olmak Verb
ağızda kötü tat bırakmak Verb
ağzında kötü tat bırakmak Verb
çok tehlikeli yer. Noun
ancak ekmeğıni kazanabilmek, çok zor geçinmek, ölmeyecek kadar geçimi olmak.
kılı kırk yarmak, hediyede kusur aramak.
Don't look a gift horse in the mouth: Beleş atın dişine
bakılmaz (Hediyede kusur aranmaz).
hediye edilen atın dişine bakmak, hediyeyi beğenmemek, bulup da bunamak.
yoksulluğu bahane göstermek Verb
yoksulluk bahanesi ileri sürmek Verb
imrendirmek, ağzını sulandırmak.
birinin ağzını sulandırmak Verb
(yiyecek) ağızda erimek, son derece yumuşak olmak, iyi pişmiş/nefis olmak.
This cake/pear/peach melts in the mouth.
ağız.
medicine to be taken by mouth: ağızdan alınacak ilâç.
with one's mouth wide open:
ağzı bir karış açık, hayret içinde. (ilgili sıfat:

oral
).
Noun, Anatomy
(çiğneme/tatma organı olarak) ağız. Noun
(beslenecek/bakılacak kimse anlamında) ağız, boğaz, nüfus, kişi.
so many mouths to feed: beslenecek/doyurulacak
bu kadar boğaz/nüfus.
He has ten mouths to feed in his family: On nüfusu besliyor.
Noun
(ses organı olarak) ağız. Noun
ifade, söz.
to give mouth to one's thoughts: düşüncelerini (sözle) ifade etmek.
She didn't
dare open her mouth: Bir söz söyleyemedi (Ağzını açmaya cesaret edemedi).
He never opened his mouth all evening.
Noun
gevezelik, boşboğazlık, boş/kuru/manâsız söz veya konuşma.
That man is all mouth: Şu adam gevezenin biridir. Noun
surat buruşturma, dudak bükme. Noun
(mağara/kuyu/çukurluk vb.) ağız, methal, giriş.
A fall of rock blocked the mouth of the cave. Noun
nehrin ağzı: sularını göle/denize boşalttığı yer.
The mouth of Sakarya. Noun
(mengene vb.) ağız. Noun
org, flüt gibi çalgı aletlerinin yan deliği. Noun
(kavanoz, şişe, kap vb.) ağız. Noun
(ateşli silahta) namlu ağzı. Noun
(gösterişli bir şekilde) konuşmak/söylemek/hitap etmek, atıp tutmak, yüksekten atmak.
to mouth a speech: nutuk çekmek. Verb
ağzına almak/koymak, yemek. Verb
(ağızda) çiğnemek. Verb
(at) geme alıştırmak. Verb
dudak bükmek, surat etmek/asmak, yüz buruşturmak. Verb
sessiz/fısıltı ile/dudak hareketleriyle konuşmak.
The librarian mouthed the word “quiet”. Verb
anlamadan/inanmadan tekrarlamak, kötü söz söylemek.
He crept into the corner, mouthing curses. Verb
mırıldanmak, ağzında gevelemek. Verb
ağız Noun, Geography
ağız kancası: iki kanatlı sineklerde çene yerine geçen kanca gibi ağız çıkıntısı. Noun
harmonica = armonica ile ayni anlama gelir. mızıka, armonika.
ağız mızıkası, armonika. Noun
ağzını birinin ağzına dayayarak soluğuyla soluk aldırıp canlandırma yöntemi ile ilgili
ağızdan ağıza
(yiyeceklerle ilgili olarak) ağız sulandırıcı
hediyede kusur aranmaz
olur olmaz konuşmak, saçmalamak, boşboğazlık/gevezelik etmek, saygısızca lâfa karışmak.
ağız açmak Verb
ağzını açmak Verb
güvenilir kaynaktan, yetkililerden.
News from the horse's mouth: yetkililerden alınan haber.
dudaklarını büzmek.
kelleyi koltuğa almak, çok tehlikeli bir işe atılmak.
pot kırmak, gaf yapmak, çam devirmek.
düşüncelerini eyleme döndürmek Verb
birinin ağzına lokma vermek Verb
(yalandan) pöhpöhlemek, iyi yaptığını söyleyerek bir kimseyi başarısızlığa sürüklemek.
(a) birisine akıl öğretmek, ne söylemesi gerektiğini öğretmek, (b) uydurup birisinin ağzından konuşmak,
birisine söylemediği sözleri atfetmek.
pot kırmak Verb
patavatsızlık etmek Verb
münasebetsizlik etmek Verb
gaf yapmak Verb
ağzın tavanı
zevzeklik etmek Verb
ağzına geleni söylemek, düşünmeden konuşmak.

face
argo (a) ağzına geleni söylemek, bilir bilmez/düşünmeden konuşmak, (b) abartmak, mübalâğa etmek.
! hayret!
(a) sus(tur)mak, sesini kesmek, ağzını kapamak, (çoğunlukla emir olarak kullanılır).
Shut your mouth,
you stupid fool! (b)
well, shut my mouth
G ABD Şaştım kaldım! (c) sır saklamak, ağzını açmamak, kimseye söylememek.
He kept his mouth shut about it.
susmak, ağzını kapamak.
birinin ağzını kapatmak Verb
konuşma
ağzını kapa
tıksırmak Verb
ağızdan ağıza dolaşmak Verb
bir şey karşısında ağzı açık kalmak Verb
birini susturmak Verb
(birini) susturmak, ağzını kapatmak.
(bir bilgi ile ilgili olarak) gerçek
yetkili kişinin ağzından
ağıza götürmek Verb
birinin ağzından lokmasını almak Verb
(birinin) ekmeğini elinden almak, geçimine/nasibine engel olmak.
sözü (birisinin) ağzından kapmak, konuşmasına fırsat vermemek.
birinin ağzından söz almak Verb
birinin ağzından sözünü almak Verb
(karşısındakinin) ağzından sözü kapmak; leb demeden leblebiyi anlamak.
You have taken the words out
of my mouth: Ben de tam bunu söyleyecektim.
iğneli sözler söylemek Verb
bilen kimse, asıl güvenilir kaynak.
The news came straight from the horse's mouth: Haber çok güvenilir kaynaktan geliyor.
üst damak.
çok kızmak/köpürmek, öfke ile ağzından köpükler saçmak.
ağzından köpük gelmek Verb, Medicine
ağzı köpürmek Verb, Medicine
boşboğaz/geveze olmak.
to have a good ear: kulağı hassas olmak, (müzikte) sesleri iyi ayırt edebilmek.

to set an example: örnek olmak.
to answer at a venture: rastgele cevap vermek.
A dead calm often precedes great storms: Büyük fırtınalardan önce çoğunlukla derin bir sessizlik (ölüm sessizliği) olur.
geveze olmak, gevezelik yapmak.
Why can't you keep your big mouth shut! Sen sussana! Ağzını kapa(sana)! Bırak gevezeliği!
Vinsan anjini: basil ve spiral bakterilerin sebep olduğu bir boğaz yangısı.
Düzgün konuş!
Ağzından çıkanı kulağın duysun!
Ağzını topla!
konuşma, sözle ifade.
by word of mouth: ağızdan, sözlü olarak, şifahen.
bir ürün ya da hizmeti satın alanın çevresine bunun yararlarını anlatması yoluyla sağlanan reklam