feeling

  1. Noun duygu, his.
    a feeling of danger/thirst/pleasure/shame/inferiority.
  2. Noun duyma, duyu, duyma/hissetme yeteneği, dokunma duygusu.
    By feeling we can distinguish between something
    hard and something soft.
  3. Noun sezi(ş), sezme.
    I have a feeling that … : Bana öyle geliyor ki …
    I have a feeling (in my bones)
    that he'll come soon.
  4. Noun heyecan, şiddetli duygu/his.
    His speech caused/aroused/provoked a lot of (strong) feeling.
  5. Noun duyarlık, hassasiyet, his(lilik), içten ilgi.
    to play piano with great feeling.
    I speak with
    feeling: Bilerek/kalpten/samimî olarak söylüyorum.
  6. Noun fikir, kanaat, sanı, inanış.
    The general feeling is that: Genel kanaat şu ki …
    My feeling is that he will fail.
  7. Noun merhamet, şefkat.
  8. Adjective duygulu, hisli, hassas.
    She gave him a feeling look.
  9. Adjective şefkatli, müşfik.
    a feeling heart.
  10. Adjective heyecanlı, dokunaklı, tesirli.
    a feeling reply.
duygularına kapılmak Verb
hissiyat Noun
suçluluk duygusu Noun, Psychology
tutkulu bir konuşmada duygularını ifade etmek Verb
öfke, kızgınlık, gücenme, memnuniyetsizlik.
The new working hours caused a lot of bad feeling at the factory.
sınıf bilinci
ortak izlenim
tüyler ürpermesi.
kişisel duyguları işin içine katmamak Verb
mecalsizlik
ortak duygu, dayanışma duygusu, ortak sorunları olanların birbirini anlaması/birbirine yakınlık duyması. Noun
uysallık
yakınlık
geçimlilik
sempati
garaz
hınç
hınç
hınç
aşağılık duygusu.
halkı tahrik etmek Verb
bir duygu beslemek Verb
okyanus duygusu Noun, Psychoanalysis
okyanussal duygu Noun, Psychoanalysis
kamu duygularında ani ve kuvvetli değişiklik
bir duyguyu paylaşmak Verb
üstünlük duygusu.
tedirginlik
huzursuzluk
tedirgin edici duygu
tedirginlik
huzursuzluk
acıkma
kırıklık Noun, Medicine
aşağılık duygusu
övünç
iftihar
biri için şefkatli duygular beslemek Verb
bir tehlike sezmek Verb
İçimde kötü bir his var.
İçimde kötü bir his var.
kendinden bekleneni yapamama duygusu duymak Verb