bir bankanın tek bir müşterisi için taahhüt ettiği azami para limiti
anket çalışmasında soruların yöneltileceği adres
üretim hattı
Noun, Trades-Professions
bearding ile ayni anlama gelir. gemi gövdesinin pruva ve pupa çizgisi.
(trafik kanunu) kesik çizgi
civar hısımlığı (amca , dayı , hala , teyze ve onların füru ve vârisleri ile olan hısımlık bağını gösteren mefruz hat
(US) bir bankanın müşterilerinin bir banka hesabında genel olarak tuttuğu ortalama meblağ
usul ve füru hısımlığı bağı
koyu harflerle yazılmış manşet satırı
(trafik) yan yana çizilmiş çift beyaz çizgi
şehrin merkezine giden hat
(askerlik) seçkin asker takımı
(demir) el incesi (gemiyi bir yere yanaştırma bağlama halatlarını kıyıya göndermek için kullanılan ve
gemi adamları tarafından sahile fırlatılan ince
yüksek gerilim hattı
Noun
iki devlet başkanı arasındaki telefon hattı
kiralanmış hat
Communication
çizgi, hat.
straight line: doğru çizgi.
Draw a line from A to B. The fortune teller studied the lines of my hand.
Noun
(yazı) satır.
a column of 40 lines.
Noun
(şiir) mısra.
Each line has 7 beats.
Noun
dizi, sıra.
a line of cars/trees/chairs/people.
Noun
rol, kısım, bir aktöre düşen piyes bölümü.
I forgot my lines and had to be prompted.
Noun, Theatre
pusula, not, kısa mektup.
drop a line: kısa bir mektup göndermek.
I must drop a line to Cahit asking him to come: Cahit'e mektup yazıp davet etmeliyim.
Noun
fikir silsilesi, düşünce dizisi, muhakeme tarzı.
a line of thought: fikir silsilesi.
You haven't got the right answer, but you're on the right lines: Doğru cevabı bulamadın, fakat muhakeme tarzın doğru.
Noun
hareket tarzı, hattı hareket, tutum, durum, yol.
the line to be taken: tutulacak yol.
a line of policiy: siyasî tutum.
It's hard line on him: Onun için çetin bir durum.
Noun
soy, nesep, sülâle.
a noble line . a line of kings. The Stuarts were a line of English kings.
in direct line: babadan oğula.
pure line: arı döl, katışıksız soy.
Noun
aldatıcı/kandırıcı/ikna edici söz.
Noun
hiza, nizam, düzen, uyuşma, uzlaşma, ahenk.
to bring discrepencies into line: çelişkileri uzlaştırmak/gidermek.
Noun
uğraşma alanı, saha, meşgale.
What is your line of business: Mesleğin/işin nedir?
That work is not my line: Bu iş benim harcım değil/bu benim işim değil/bu bana göre değil.
Noun
ulaştırma, şirketi/yolu.
an airline: havayolu.
a shipping line: nakliyat şirketi.
Noun
iş, meslek, meşgale, meşguliyet, meslek ve ticaret dalı.
the dry-goods line.
Noun
belirli bir cins/marka mal.
line of goods: mal çeşidi.
Noun
ip, sicim, olta ipi, iplik.
fishing-lines. Hang (out) the clothes on the line.
Noun
(a) (telgraf, telefon vb.) hat.
telephone lines: telefon hatları.
transmission lines: iletim/transmisyon
hatları.
The lines are all out as the result of the blizzard: Kar fırtınası yüzünden bütün hatlar arızalandı.
Hold the line: (Telefonu) kapatmayın/telefondan ayrılmayın.
line is busy: hat meşgul.
Noun, Electronics
fırça darbesi, (resimde) çizgi.
The beauty of line in the work of Boticelli.
Noun, Fine Arts
(a) sigorta türü/sınıfı.
casualty line: kaza /hasar sigortası. (b) belirli bir risk için ödenecek sigorta miktarı.
Noun
gayrımenkulün sınırı/hududu.
Noun
(gazetecilikte) banner (6).
Noun
(a) cephe, savunma/müdafaa hattı.
line officer: muharip subay, cephede/savaş gemisinde görevli
subay. (b) istihkâm (hattı), (c) (kara/deniz) muharip kuvvetler, (d) saf, sıra.
within enemy's lines: düşman safları içinde. (e) gemi kafile çizgisi.
line-of-battle ship = ship of the line
esk. en büyük zırhlı/harp gemisi. (f)
esk. muvazzaf ordu/donanma.
Noun, Military
lines ask. savaş düzeni, harp nizamı, savunma hattı.
line of battle: savaş düzeni,
harp nizamı.
front line: cephe hattı.
Noun
boru.
a steam line: buhar borusu.
Noun, Maritime Traffic
ön iki sıradan biri.
Noun
(Dokumacılıkta) uzun elyaf. tow2 (1)
Noun
sınır, hudut, çevre çizgisi.
That hedge marks our property line: Şu çit bizim arazimizin hudududur.
south of the line: hududun güneyi.
the line between Germany and France.
Noun
yol, iz, doğrultu, istikamet.
the line of march of the army.
Noun
(demiryolu) hat, ray.
Passengers are not allowed to cross the line. The main line of a railway.
Noun
inçin 12 de biri ≈ 2 mm.
Noun
(Ontario'da) özel yol.
Noun
line up: (a) diz(il)mek, sırala(n)mak.
a road lined with trees. The soldiers quickly lined up. Cars lined the road for a km. (b) sıra/kuyruk olmak, sıraya/kuyruğa girmek.
People were lining up to get into theater.
Verb
hizaya gelmek/sokmak, saf yapmak, saf teşkil etmek.
Verb
line up: bulmak, tedarik etmek, hazırlamak, (yardım) sağlamak, iş vermek, işe almak.
Have you got someone lined up? Birisini buldun mu?
I wonder what he's got lined up for us? Acaba bizim için ne hazırladı?
Verb
çizmek, çizgi çekmek, çizgilerle işaretlemek, çizgilerle dol(dur)mak/kapla(n)mak.
a face lined by age: yaşlılıktan kırışmış bir yüz.
lined paper: çizgili kâğıt.
line something out on paper: bir şeyi kâğıt üzerine işaretlemek.
Signs of worry lined his face: Yüzünde endişe çizgileri belirdi.
Verb
göz kalemi ile göze çizgi çekmek.
Verb
(ölçü şeridi/ipi ile) ölçmek, arşınlamak.
Verb
line down Cnd. halatla kıyıya bağlı kayık içinde akıntıya aşağı gitmek.
We often lined down rapids instead of portaging.
Verb
astarlamak, astar geçirmek/kaplamak/çekmek.
an overcoat lined with silk: ipek astarlı bir palto.
Verb
(cebi/cüzdanı/keseyi para ile) doldurmak.
to line one's pocket with money. He has lined his purse well: Kesesini iyice doldurdu/çok para kazandı.
a well-lineed purse: dolgun kese.
Verb
astarlamak
Verb, Textile Industry
prosedür bir daldaki etkinlik
(telefon) değişmez maktu ücret
(televizyon) satır ayarlaması
(elektrik) voltaj düşmesi
mevcut bir markaya çeşitler ekleyerek bir ürün türünü zenginleştirmek
Verb
iki komuta zincirinden oluşan sistemdeki müdürlerden biri
şirketin yalnızca ana faaliyetiyle ilgilenen aynı düzeydeki yöneticilerden oluşan grup
bir kurumun tutum ve işletmesinde karar sorumluluğu olan yönetici
ilgili bakanlık
Noun, Public Administration
her bölümün yetki ve sorumluluğunun ilgili bölüm şefine ait olduğu ticaret ya da endüstri işletmesi örgütleme
sistemi (yetki yukarıdan verilir ve her
emir kumanda zinciri örgütlenmesi
satır yazıcı
Information Technology
satır aralığı
Information Technology
(sigorta) reasürans yoluyla yapılan sesyondan sonra sigortacının alıkoyduğu net miktar
okyanuslarda gemilerin sefer yaptıkları hatlar
merkezi bir bilgisayara bağlanmış bilgisayar
telefon hattı
Noun, Telecommunications
projeyi finanse etmek için hazırlanmış kredi
televizyon tarama çizgisi
paralele bağlantılı (telefon) hat
ilk etapta reasürörün almayı kabul ettiği azami hisse
anahtarlamalı hat
Information Technology
özel bağlantı numarası
Information Technology
toplam hasılat
Accounting
toprak altına döşenmiş hat
yalnız satır
Information Technology