ömür, hayat (süresi/boyu), sağlık.
once in a lifetime: hayatta bir kere.
In his whole lifetime he had never been in an airplane: Ömründe hiç uçağa binmedi.
It won't happen in (or during) my lifetime: Bu, benim sağlığımda olmaz/Onu benim gözüm görmez.
It seemed a lifetime: Ebediyet kadar uzun geldi.
ömür boyunca süren, yaşadığı sürece devam eden.
a lifetime happiness: ömür boyunca süren mutluluk.
the work of a lifetime.
hayatta bir kere olan/ele geçen.
It is the chance of a lifetime.
Hayatımda ilk defa, ...
Adverb
gülüp eğlenmek, eğlenceli vakit geçirmek, zevku safa sürmek.
fevkalâde iyi vakit geçirmek, çok mutlu olmak,
have a rough/hard time: eziyet/sıkıntı çekmek.
yaş, çağ.
At your time of life you must be careful not to overdo things: Bu yaşta işi hafiften almalısınız.