linger

  1. Intransitive Verb ayrılmamak, gitmemek, uzaklaşmamak, beklemek, (gitme vaktini vb.) uzatmak.
    linger on after everyone
    else has left: herkes gittikten sonra bir süre oradan ayrılmamak.
    Several fans lingered at the stage door for some time after the actor had gone in: Aktör içeri girdikten sonra hayranları bir müddet sahne kapısında bekleştiler.
  2. Intransitive Verb zeval bulmamak, (âdet vb.) sürüp gitmek, kolay ölmemek, (insan vb.) uzun zaman can çekişmek, şiddeti
    azalarak hâlâ devam etmek/yaşamak.
    Daylight lingers long in summertime: Yazın gün ışığı uzun sürer.
    The custom lingers on : Töre/âdet hâlâ devam ediyor.
    After the accident he lingered (on) for several months: Kazadan sonra aylarca can çekişti (ve nihayet öldü).
    The pain lingered on for several weeks: Ağrı haftalarca sürdü (sonra geçti). 3, düşünceye/tefekküre/zevke dalmak.
  3. Intransitive Verb gecikmek, ağırdan almak, savsaklamak.
    to linger over a meal: yavaş yavaş yemek, yemek masasında uzun süre oturmak.
  4. Intransitive Verb yavaş yavaş gitmek, âvare dolaşmak, tembel tembel gezinmek.
  5. Intransitive Verb aylâklık etmek, aylâkça dolaşmak.
    Don't linger about/around.
  6. Intransitive Verb (zihinden/akıldan) çıkmamak, uzun süre (hafızada) kalmak.
    The tune lingers in my mind.
vakit öldürmek Verb
içkisi başında oturup kalmak Verb
avare dolaşmak Verb
avare dolaşmak Verb
oyalanmak, vakit öldürmek.
We lingered away the summer at the beach.
başkalarının arkasında kalmak Verb
bir konu üzerinde uzun süre durmak.
I let my eyes linger on the scene: Gözlerimi uzun süre manzaradan ayıramadım.